21 Eylül 2009 Pazartesi

Ah...

İçimdeki boşluğun dolabilmesi mümkün değil.Bazen bir anda, içim cız ediveriyor ya da burnumun direği sızlıyor derler ya, aynen öyle, başka bir tarifi yok bunun.
Onsuz ,koskoca bir yılı devirdik biz bugün ,biraz buruk, biraz bayramdı bugün bende hava.
Herkesin bayramı kutlu olsun...

11 Eylül 2009 Cuma

Ey Ankaralı Üst Kata çık



Ben aslında ördekli can simidi dağıtır sanmıştım zira hizmetten anladığı bu.

Kendime Not:Senmisin oturduğun yerden İstanbul Bel.B.a.ş. hakkında atıp tutan, bak işte durur durur seninkide konuşur böyle dahice(!)

10 Eylül 2009 Perşembe

9 Eylül 2009 Çarşamba

Sorumlusu İnsanoğludur

demiş Kadir Topbaş.Doğru demiş. Böylesi hor kullanılan bir dünyada doğada yeri gelince alıveriyor işte intikamını.Hatta sanırım hatırlatıyor arasıra bize ,bakın işte diyor karşımda nasılda acizsiniz.O da haklı,doğru çok kuvvetli, koskoca yerkabuğu sallanıyor minicik insanoğlu ne yapsın, ya da işte böyle gökden rahmeti indiriveriyor delidolu, bu insancıklar nerelere kaçsın.......da.
Yokmu yani bu zavallı insanoğlunun yapabileceği birşeyler korunabilme adına.
Yani ilk sorum şu aslında, kimdirki bu Kadir Topbaş.Yok öyle küçümsemek ya da laf sokmak gibi bir amaçla değil tam anlamıyla soruyorum .Kim Kadir Topbaş?Açın google amcayı sorun, ilk yanıtı İstanbul Belediye Başkanı diye veriyor.
Yani geçen Ağustosun 17sinde yani senesi gelince depremi hatırladığımız ve İstanbulda bir deprem olsa şu büyüklükte olacak şu kadar kişi ölecek diye anlattığımız,bugün gazete sayfalarını açtığımızda neredeyse her saat başı artan ölüm sayısıyla sele maruz kalan canım İstanbulun belediye başkanı.
Peki Kadir Topbaş ne yapsın. Tek başına bir adam di mi ne yapsın.?
Misal acaba diyorum bir alt yapıya el atsa.Yerin üstüne verdiği(?) değerin onda birini altyapıya gösterse(kendi değil canım elbet vardır işten anlayan) İmar izni verilen yerleri bir kontrol ettiriverse.Uygun mu değilmi yağmur yağarmı,dere taşarmı, sel olurmu birileri ölürmü diye bir düşünse?
Ama adamcağızda haklı ne yapsın daha ekilecek binlerce lale ,kesilip yol geçirilecek dönüm dönüm orman varken napsın kafasını kaşıyacak hali yokki.
E gözünü sevdiğimin İstanbuluda küçük şehir değilki bir uçtan bir uca rahat 1,5-2 saat alır gitmesi gelmesi.Her yere nasıl uzansın?
Allahın takdiri , insanoğlunun doğayı hor kullanması , birde eski belediyenin suçu bu olanlar.Sahi kaç yıldır görevdeydi kendisi?
Dönem dönem üstüne hala İ.M.G tarafından yönetilen bir şehirde oturup bunları rahat rahat yazıyorum di mi bende ?

Ölenler için çok üzgünüm,herbirine allahtan rahmet diliyorum.Herbirinin ayrı hikayesi var ve her biri gerçekten yürek burkuyor.

Keşke düşünüp işinin gereğini yeterince yapan,insanlara ve doğa saygı gösteren,rant uğruna doğanın tahrip edilmesine göz yummayan ,ve herşeye rağmen olası bir kriz durumunda olduğu yerin sorumluluğu taşıyabilen insanların yönettiği bir ülkede yaşasaydık belki hiç de böyle olmazdı diye düşünüyorum.

Grange-Siyah Kan

Daha önce bahsetmiştim belki Grange en sevdiğim yazarlardan biridir.Okumadığım sanırım sadece Leyleklerin Uçuşu kaldı.
Her kitabı ayrı kurgu, her kitabı ayrı,inanılmaz bir hayalgücüne sahip.Herbiri ayrı gerilim ve herbiri ayrı güzel
Ancak bu kitap beni inanılmaz etkiledi.
Korku filmi seyredemem seyretsem bile hep vardır ya eliyle gözünü kapatıp izlemek işte öyle seyrederim.
İlk defa bu hissi bu kitabı okurken hissettim desem sanırım yanlış olmaz.
İlk defa bu kitapda hem meraklanıp hem korkup hem gözümü kapatıp okuyasım geldi :)
Kitapda eski bir dalış şampiyonu ile eski bir paparazzinin ilginç ilişkisi var.
Dalış şampiyonu bir cinayet sonrasında yakalanır.Gazetecimiz ise hayatı boyunca hep talihsiz cinayetlerin ölümlerin arasında kalmış ve katillerin bozuk psikolojisine takılmış kalmıştır.Bir cinayet neden işlenir,cinayeti işleyen neler hisseder bunlar onda sürekli takıntı olmuştur. Ve bir gün dayanamaz ve dalış şampiyonunun bu akıl almaz cinayet(leri)i nasıl ve hangi ruh haliyle işlediğini anlamak üzere kendi kurguladığı bir oyunla onunla temasa geçer.Başlarda başarılı gibi görünen bu oyun katilin oyunu farketmesiyle heyecanlı gizemli sürekleyici bir ava dönüşür.
Siyah kan ,sırrı ve önemi nedir acaba sevgili paparazimiz bunu çözebilecekmidir.Ve sonu gelmeyen bu oyunda hayatta kalmayı başarabilecekmidir.
Gerilim seviyorsanız mutlaka okuyun derim.

8 Eylül 2009 Salı

Heyecan

Şu aralar 2 ayrı heyecan var evde biri Dodık hanımın yeni okuluyla ilgili.Uzun zamandır yaz tatili yapan Doğa hanım için bu ayın 15 inde tatil sona eriyor ve büyük okul diye tarif ettiği kurum kreşine başlıyor.Geçen hafta Kedibeyle eşyalarını teslim ettik.O kadar çok şey vardıki elimizde nerdeyse ilk çeyizimizi hazırlayıp vermiş olduk sanki.

Her sabah kalkıp soruyor "bugün okulun günümü" diye, bakalım umarım bu hevesi 10 günden uzun sürsün.

İkinci heyecanımız ise, tamamen Kedibey'le ilgili.Kendisi 1 Ekim'den itibaren uzun bir süreliğine burada olacak.Tatil dönüşünden beri vize hazırlıkları peşinde koşturuyor.Tabi gitmeden burdaki bazı işlerini de bitirmesi gerektiği düşünülürse oldukça yoğun ve sıkıntılı günler geçiriyor.
Umuyorum ki vizede veya herhangi başka birşeyde sorun çıkmayacak ve herşey yolunda gidecek.

Doğrusu ilk heyecan beni sevindirirken ikincisi için pek de aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.Ama mecburiyetler karşısında pek de birşey söylenmiyor :(

Ve bu ay da Ramazan ,okul ve yolculuk koşturmacasıyla geçecek gibi görünüyor... :(

7 Eylül 2009 Pazartesi

Dünya Dönüyor Sen Ne Dersen De :)

Hemde fıldır fıldır.
Tansiyonum 8.5 & 5.5

Geç Kalmış Bir Kutlama Yazısı

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
“Nereden çıktın bu vakitte” dememeli,
Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
Gözünün dilini bilmeli, dinlemeli, sormadan, söylemeden anlamalı...
Arka bahçede varlığını sezdirmeden,
Mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında;
Sen her daim onun orada olduğunu hissetmelisin
İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli,
Kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kollarıyla,
Dalları bitkin başına omuz,
Yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
En mahrem sırlarını verebilmeli,
En derin yaralarını açıp gösterebilmelisin.
Gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz.
Onca dalkavuk arasında bir tek o,
Sözünü eğip bükmeden söylemeli,
Yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece,
Asıl yuhalandığında da yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli âlem içinde, baş başayken sövmeli.
Ve sen, öyle güvenmelisin ki ona övdüğünde de sövdüğünde de
Bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.
Hakettim Diyebilmelisin
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının,
Günahlarının yegâne sahibi.
Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş,
Göz bebekleri bulutlandığında, fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş...
Böyle bir dostum var benim.
Pek sık görmesem de hep yanımda olduğunu bildiğim, yalansız riyasız dertleşebildiğim.
Kuşağımın en iyisiydi hilafsız...
Beraber okuduk, birlikte koştuk son 14 yılın amansız parkurunu...
Katılasıya ağladık, doyasıya güldük yol boyu... Ekmeğimizi ve acılarımızı bölüştük. Çocuklar doğurduk, büyükler gömdük.
Sonunda yara bere içinde oraya buraya savrulduk.
Buluştuk geçenlerde...
Bitaptı; kayan bir yıldız kadar ışıltılı, bir o kadar yorgun:
"- N'apıyorsun" diye sordum.
"- Seyrediyorum" dedi; "çaresizce, öfkeyle, şaşkınlıkla ama sadece seyrediyorum".
Seyrettiği; kuşağımızın en kötülerinin, pespayelik yarışında ipi ilk göğüsleyenlerin zirveye hak kazanmalarındaki akıl almaz gariplikti.
İyiliğin ve ustalığın bu kadar eziyet gördüğü, kötülüğün ve yeteneksizliğin bunca ödüllendirildiği bir başka coğrafya var mıydı acaba?
Okuldaki ideallerimizden, gençlik coşkumuzdan söz ettik bir süre; tozlu raftaki bir kitabı yıllar sonra merakla karıştırır gibi...
Ülkemizin kaderini değiştirmeye azimliydik mezun olurken; lakin karanlığını boğmaya yemin ettiğimiz ülke, karanlığına boğmuştu bizi...
Pazarda görsek tezgahından meyve almayacağımız adamların cenderesinde bir ömür geçirmiş, tünelden çıkış sandığımız ışığın, üstümüze gelen kamyonun farı olduğunu çok geç fark etmiştik.
Velhasılı ne sevebilmiş, ne terk edebilmiştik.
Krizde geçmişti bütün gençliğimiz; ve şimdi çocuklarımıza tek devredebildiğimiz, çok daha ağırlaşmış bir kriz...
"- İşte" diye iç geçirdi kadim dostum, "...bunları seyrediyorum bir kenardan sessizce..."

* * *

İşte en çok da böyle zamanlarda bir dostu olmalı insanın...

Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış,
cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri...
Parkurun bütün zorluklarına rağmen,
"Dostluğumuzu koruyabildik,
Acıları birlikte göğüsledik ya
Yenildik sayılmayız" diyebilmeli...
Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda,
Küçücük bir kâğıda yazdığımız
Kısa ama ümitvarî bir yazıyı
Yüreğe benzer bir taşa bağlayıp
Birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz.
"Bunu da aşacağız!
Gözlerinin içi hep gülsün.....Nice nice yıllara....








































3 Eylül 2009 Perşembe

Bir Anda


Aslında bambaşkaydı yazmak istediklerim.Ama gözlerim takılı kaldı birden bu resme hemde sadece bir sonbahar resmi araken sayfalarda.
Garip bir keman sesiyle birleşti resim ve hüzün çıktı geldiği uzak diyarlardan.
Kimbilir belki hiç hüzünlü bir gün değildi çekildiği gün,belki hüzünlü bir anı dondurmak için bile çekilmemişti,ve yine kimbilir, 1929'un Eylül ayında Kings Cross istasyonunda bu resmi çeken biri, o andan hemen hemen 80 yıl sonra bir öğleden sonrasında çok uzaklarda bir yerlerde birilerinin bu resme bakıp da tarifsiz bir hüzne kapılacağını hiç tahmin edemezdi.