25 Haziran 2009 Perşembe

On Küçük Zenci

On küçük zenci yemeğe gitti,
Birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz.
Dokuz küçük zenci geç yattı,
Sabah biri uyanmadı. Kaldı sekiz.
Sekiz küçük zenci Devon'u gezdi
Biri geri dönmedi. Kaldı yedi.
Yedi küçük zenci odun yardı,
Biri baltayı kendine vurdu. Kaldı altı.
Altı küçük zenci bal aradı,
Birini arı soktu. Kaldı beş.
Beş küçük zenci mahkemeye gitti,
Biri idama mahkum oldu. Kaldı dört.
Dört küçük zenci yüzmeye gitti,
Birini Balık yuttu. Kaldı üç.
Üç küçük zenci ormana gitti,
Birini ayı kaptı. Kaldı iki.
İki küçük zenci güneşte oturdu,
Birini güneş çarptı. Kaldı bir zenci.
Bir küçük zenci yapayalnız kaldı.
Gidip kendini astı. Kimse kalmadı


Dün başladım bu sabah bitti. :). İnanılmaz sürükleyici bir roman.
10 birbirini tanımayan ancak herbiri geçmişde bir cinayet işlemiş ancak hiçbiri yasal olarak suçlanamamış kişi.Ev sahibinin olmadığı Zenci Adasında ortak bir oyunla buluşturulur ve sonrasında herbiri yukardaki tekerlemeye bağlı kalarak teker teker öldürülür.
Acaba ev sahibi kimdir ,gerçekten adada sadece on kişimi vardır,bu ölümler herkesin gözü önünde ve kimse farketmeden nasıl olmaktadır.
Bu aralar takılmış bir şekilde A.Chrıstıe okuyorum ancak bu içlerinde okuduklarımın en iyisiydi diyebilirim.Bu tarzı seviyorsanız mutlaka okuyun derim.

22 Haziran 2009 Pazartesi

İstanbul-2

Cumartesi sabah 7.30 da Haydarpaşa' dan "günaydın" dedik İstanbul'a.Sonrasında Acıbadem'de kocaman sevgiyle kurulmuş bir kahvaltı sofrasında, kah eskiyi yad ettik, kah memleketi kurtardık kocaman ailemizle.
Sonra ver elini Kadıköy(yuvaya dönüş :) ) .....
Ve Beşiktaş... ve elbette Ortaköy.Tek tek gezdik tüm Ortaköy pazarını herbiri birbirinden güzel tüm standları.Cam standında takıldık kaldık bir süre, sonra karnımızı doyurduk denize karşı :)
Biz Ankaralıların suya acayip bir zaafı var o iyice kesinleşti :) .Kurak memleket olunca buralar, gördüğümüz her suya dalar gideriz biz.Dolayısıyla vapurda, sahilde, denizi görebildiğimiz her yerde dalıp gittik yine suya :)
Eve dönüşten sonra koşturmacalı bir nişan telaşı başladı bizde.Ev kalabalık olunca banyoyu ilk kapan kullandı kızlar ayna bulmakda zorlandı.Yatak odasında makyaj malzemelerinden kocaman bir yığın oluştu.Kim işine ne geldiyse seçti aldı.Herkes hazır olduğunda tek bir eksik vardı.En küçük dayımız.Kendisi bize bir kadın ve bir erkeğin herhangi bir yere giderken nasılda farklı sürelerde hazırlanabildiğin 10 dakikada hazırlanarak ispatladı saolsun :)
Bundan sonrasında hepimiz kocaman bir servis aracına dolup düştük yollara.
Yola çıktığımızda "yol uzun bakın isteyen uyuyup enerji depolasın" diyen Bekir abiye gülmememiz gerektiğini aslında hakikatlerden bahsettiğini anlamamız tüm Ankaralılar için şok oldu.Zira Acıbademden Büyükçekmeceye gitmek gerçekten şehirlerarası bir yolculuk gibiydi.Kimseler Büyükçekmece İstanbulda demesin külliyen yalan orası ayrı bir şehir bana kalırsa. bir saat yirmi dakkikada nerelere gider insan yahu...
Neyseki nişan süperdi.Kocaman ailemizle hep beraber resim çektirirken gözlerimiz herhangi bir sebeple yanımızda olmayanları aradı elbette.
Bir ara dedemi yad ettik olsaydı da keşke yüzükleri takarken yine en az yarım saat konuşsaydı.Bizim düğünde şöyle yapmıştı şunun düğünde böyle oynamıştı diye.Neyseki oğlumuz dedemizi aratmadı.Kızımızla beraber öyle güzel harmandalı oynadılarki sanırım birçoğumuz ağlamakla ağlamamak arasında gitti geldi.Ömürleri boyunca mutlu olsunlar umarım :)


Gecenin sonunda dönüş yolunda eski dostlar yad edildi,mayadağ'dan kalkan kazlar sevildi kalkmayanlara kızıldı,İstanbul'un meyhaneleri tek tek dolaşıldı.....

Gecenin iki buçuğunda içilen çayın tadı gerçekten hiçbirşeyde yoktu.Herkes koyun koyuna yanyana yattı.Gönüllerin sığdığı yere bedenler elbette sığardı çünkü.


Ve ertesi gün yine vapur, yine boğaz bu sefer Eminönü...
Mısır çarşısı,Eminönü pazarları,köprü altı,balık-ekmek,Galata kulesi,Taksim,Cezayir sokağı,Ara Cafe,Tünel .......
İstanbul yine kocamandı,yine kalabalıktı,yine güzeldi,yine hayatın her türlü şeyini gösteriyordu bizlere.
Bir anda denizden çıkarılmış poşete konmuş bir cenaze görebilirken, iki sokak ötesinde daha önce hiç duymadığım şarkılar söylüyordu bir grup ,etrafında toplanmış kalabalığa."Beni vapura almazsanız keserim bak kendimi" diye bağırırken bir çocuk, biraz ötesinde bir baba kız martıları toplamış simit atıyorlardı onlara.Her renk vardı.Her güzellik her çirkinlik.
İstanbul kocamandı.Rengarenkdi.



19 Haziran 2009 Cuma

İstanbul ah İstanbul



Yarın sabah "günaydın İstanbul" diyebilmek ümidi ile bu gece yollara düşeceğiz.

Pazartesi görüşmek üzere.

Herkese iyi hafta sonları

17 Haziran 2009 Çarşamba

Bir Kalp Kırıldığında


bir oyun oynayalım mı

herkes açsın kalbini

oyun oynayalım mı
bir oyun oynayalım mı

herkes söylesin adını

oyun oynayalım mı
her kalp bir büyük dünya ve

bir kalp kırıldığında

hayata dair ne varsa üzerinde

o dünyanın başlar yok olmaya
bir kalp kırıldığında

denizler kurur toprak küser denge kalmaz o dünyada
her kalp kırıldığında

bir yerlerde yolculuk başlar mavi renkten siyahlığa

her bir kalp kırıldığında
bir oyun oynayalım mı

çocuklar gibi beraber oyun oynayalım mı
bir oyun oynayalım mı

kırmayalım birbirimizi oyun oynayalım mı
her kalp ayrı bir dünya

ve bir parça kristal aynı zamanda

bir de bilmeyerek değil ama bilerek kırılmışsa

artık acı da duymaz başlar yokolmaya


aslında her ne kadar beni en çok etkileyen şarkısı şu olsada bugün kesinlikle tamda yukarda söylediği gibiyim.

Keyfim yok...

11 Haziran 2009 Perşembe

Şahit(Kelime Oyunları-Yalan)



"Bismillah" dedi kapıyı çekerken Davut ve yerleşti koltuğuna.Bugünde sabahın alacakaranlığında başlıyordu işte.Ankaranın dik dimdik bir yokuşundan vitesi boşa almış inerken, sıcacık simitle çayın hayalini kurdu.Önünden geçerken bir simitçinin, yanaştı "7 tane ver" dedi hızlıca.Gazete kağıdına sarılmış simitleri yan koltuğa koyunca arabanın içinidolduran o mis gibi bir kokuyu derin derin içine çekti.
Yarım saat sonra o güzel çıtır simitleri İbrahim'in erkenden demlediği çayla midesine indirirken "Ankara simidi hemşerim" dedi yerini" hiçbir şehrin simidi tutmaz."

Tam son lokmasını atarken ağzına "Davuuut" diye seslendi Abdullah."Hanımeli sokak 24 numara."

Boğuk bir "tamam" çıktı ağzından.Yutkundu çayını sonuna kadar içti ve hızla çıktı duraktan.
24 numaralı apartmanın önüne geldiğinde siyah küçük çantasından başka hiçbir yükü olmayan orta yaşın az üstünde bir bayan apartmanın önünde öylece duruyordu.Yanaşan taksiye bindi ve "devam edelim lütfen" dedi.Aynadan kadına bakan Davut hemen anladı ki bir süre öylece gideceklerdi.Hareket etti.Akan yollarda gerçektende bir süre öylece gittiler.Tam artık sorayım diye düşünürken Davut ,dikiz aynasından baktığı kadında takıldı kaldı bir an."Hay Allah" diye geçirdi içinden.Kadın ağlıyordu.Alışıktı ya böyle şeylere, hemen bir peçete çekti yan tarafından, sessizce uzattı arkaya.Ve yine sessizce aldı kadın, gözlerini, burnunu sildi."Yeter artık" dedi "artık yeter, bıktım yalanlardan, sadece gerçekleri duymak istiyorum ama duymaya cesaretim varmı onu da bilmiyorum.Gitmeye olup olmadığını bilmediğim gibi" dedi.Cevap vermedi Davut, cevap istenmediğini biliyordu zaten.Uzun süre dinledi ve bu tek taraflı konuşmadan sonra kadını yine aldığı yere Hanımeli sokak 24 numaranın önünde bıraktı.
Tam durağa çevirmiştiki direksiyonu kuaförden çıkan iki kadın çevirdi yolunu.Bindiler bir tanesi elindekileri bıraktı yan tarafına ve başladı anlatmaya."Amaaan iyi oldu,bir yalnız kalamıyoruz canım heryere geliyor bizle."
"Gelsin canım ne olacak" dedi diğer kadın.
"Oldu ,kuyruğumuz olsun bari, hiç içim ısınmadı bak söylüyorum ben.Bilirsin tutarda söylediklerim"
"İyide ayıp oldu" dedi diğer kadın
"Boşveeerr uydururuz bişeyler" derken telefonu çaldı.
"Alo, ha hayatım senmisin bende tam seni arıyordum .Çok acil çıkmamız gerektide sana haber veremedik kusura bakma.Artık başka zamanda o dediğin yere gideriz.Çocukların okuluna gidiyorum ben aradılar.Valla çok da üzüldüm.Tamda onu diyordum Sevgiye.Napalım kusura bakma canım benim çok üzüldüm.Öptüm byeeee"
Az ilerde indiler biri söylenerek diğeri dinleyerek girdiler restorana.

O gün şanslıydı Davut oradan çıkmadan bir adam el kaldırdı.Telaşla bindi arabaya adresi söyledi.Bir taraftanda cep telefonundan hızlı hızlı birilerini aradı.
Önce kızgın ve meraklı bir sesle "nasıl?? hallettiniz mi?,tamam aferin"diyerek kapattı ve sonra aradığı numarada daha yumuşak daha itaatkar bir sesle
"Evet efendim sormayın bir saattir ordayım neler çektim ,adamlarla cebelleştim ama oldu sonunda,işi hallettim " dedi.İndiğinde başkasının başarısı sayesinde duyduğu aferinden aldığı haz yüzünden okunuyordu.

Gün içinde kimi annesine yalan söyledi okuldayım diye.Kimi karısına, kimi arkadaşına,kimi kimbilir kimlere....
Hepsini sessizce dinledi ortak oldu Davut.
Şu karmaşada, farkettirmeden akıp giden gün boyu, bir çok yalana tanık oldu.Öyleydi işte kimi küçük, kimi büyük, kimi beyaz, kimi geceden kara bir sürü yalan dolaşıyordu ortalıkta ve belkide hiçbiri sahiplenilmiyordu söylenenler tarafından.Oysa herkesin bir yalanı ,bir aldatmacası vardı mutlak ve o şahitti hepsine.Akşam olup da eve kırdığında direksiyonu aklında günün yorgunluğunun yanında, yüreğinde gün boyu ortak olduğu şeylerin sıkıntısıda vardı.




*Bu hikaye "Öykü Atölyesi'nin" Kelime oyunları için yazılmıştır.Fotoğraf burdan

10 Haziran 2009 Çarşamba

7


Anne:Doğacım biliyormusun yarın(dün) bizim evlilik yıldönümümüz :)
Doğa: ............. Neeeeeeee!!!! Siz daha evlenmediniz mi ?

...

4 Haziran 2009 Perşembe

Eller


"Kadının yüzü değil elleri belli eder yaşadıklarının toplamını" diyor aniden karşıma çıkıveren bir cümle.Doğrumu ki... ellerime bakıyorum hemen.Ardından annemi düşünüyorum.Ne tuhaf elleri uzun zamandır belkide ananneme benzettiğim tek yeri.Ne gözleri, ne yüzü, ne kokusu değil.. sadece elleri.

Durup düşünüyorum, uzun uzun, yıllar evvel, annem ben yaşlardayken ve ben henüz 20li yılların başındayken yaptığım kıyaslamaları....

Bazen kendimi ayna başında yakalıyorum.Saçımı tararken,dişimi fırçalarken ya da sadece önünden geçerken bazen, öylece kalıverişimi.

Dipten dipden varlıklarını tüm haşmetiyle gösteren beyaz saçlarımı,eskiden sadece makyajına baktığım ama uzun zamandır makyaj yapmadığım halde durup dururken incelediğim gözlerimi,dudaklarımı,yanaklarımı.

Giderek anneme benziyorum.Eskiden onda kızdığım ne varsa yapıyor, bazen kendimi ben olsam asla yapmam dediğim şeyleri yaparken yakalıyorum.

Zaman garip bir şekilde alıyor bizi kucağına.Eğer dişli bir çarksa dönüp duran ve herkes sırayla birbirinin yerini alıyorsa birden bire annemin yerini aldığımı farkediyorum.

Ve sıramı kızıma verdiğimi.

Garip bir şekilde mutluluk ve hüzün doluveriyor kalbimden içeri.Mutluluk kendimle ,sanırım hüzün ise kaybedilenle ilgili.

Birgün diyorum ellerime baktığımda üstünde çiller görürsem ve ne olursa olsun pamuk gibiyse hala ,anla ki bir basamak daha atlamış olacaksın.

Sonra kafamı kaldırıp bakıyorum dışarı bir uçak alabiliğine hızlı gidiyor bir yerlere ve bulutlar hızla koşuşturup duruyorlar sanki geç kaldıkları bir yere.

3 Haziran 2009 Çarşamba

Beyin

Bundan yaklaşık 10-12 sene evvel rahmetli anannemde zaman zaman unutkanlık,başdönmesi kendini kaybetme gibi belirtiler ortaya çıkmaya başlamışdı.Durup dururken düşüyor bazen kimseleri tanıyamıyordu.Birkaç doktor yaşlılık ve tansiyon nedeniyle olduğunu söyleyip bazı ilaçlar vermişti.Zavallı kadıncağız tüm ilaçları kullanmasına rağmen bir türlü kendini toparlayamamıştı.Yine birgün odadan banyoya giderken yere düşüyor ve kendini kaybediyor dayım ve yengem tarafından hastaneye kaldırılıyordu.Tüm tetkikler yapıldıktan sonra doktor beyninde tümör olduğu ve eğer alınmazsa tümörün uyguladığı basıya en fazla 1 hafta daha dayanabileceğini ve sonrasında da onu kaybedeceğimizi söyledi.

Tek kurtuluş ameliyattı ve yaşı nedeniyle karar anneme ve dayıma bırakıldı.Annem ve dayım uzun uzun düşünüp bu tek şansı kullanmaya karar verdiler çünkü bir hafta boyunca onun hiçbirşey yapılmadan bitişini izleyemeceklerdi.

Anannem ameliyat edildi ve incelenmesi için beyninden çıkan irili ufaklı bir kavanoz dolusu ur elimize teslim edildi.Görüntü gerçekten çok ürkütücüydü.

Sonrasında anannem oldukça hızlı ve hiç kendisinden beklenmeyecek hızla kendini toparladı.Hızla ayaklandı,banyoya tuvalete kendi gidebilir oldu,namazını kılıyor,gelen giden herkesi tanıyor,yemeğini kendi yiyebiliyordu.Bayılmaları,unutkanlığı ve diğer tüm şeyler ortadan yokolmuştu.
Ancak tek sorun vardı.Anannem Türkçeyi unutmuştu.
Anannem küçük bir çocukken kafkaslardan Türkiyeye geliyor.Ana dili Çekezce ve Türkçeyi neredeyse 15-16 yaşlarında öğreniyor.
Doktoruna bu durumu soruyoruz verdiği cevap beynin ana dili ve sonrasında öğrenilen diğer dilleri farklı merkezlere kaydettiği ve ameliyat sırasında bu merkezin geçici bir süreliğine hasar görmüş olabileceği oluyor.Gerçektende anannem ameliyatı takip eden bir yıl içinde tekrar Türkçeyi hatırlıyor ve konuşmaya başlıyor.

Beyin enteresan bir organ.Depolama, algılama, farkına varmadan diğer organları uyarma hareketlendirme ve şu anda sayamayacağım bir sürü görevi yerine getiriyor.

Bunu yazmak şu haberi okuyunca aklıma geldi.

Bu aralar NTV Bilim dergisine sarmış durumdayım.Hiç okudunuz mu bilmiyorum ama öyle net ve anlaşılır yazıyorlar ki herkes için anlaşılır dilde.Bu derginin okuyucularına verdiği birde İnsan Beyni adında belgesel cdleri var.Her ay bir sonrakini merakla ve heyecanla beklediğim.Bu belgeselde insan beyninin mükemmelliğini anlatıyor.
Kesinlikle tavsiye ederim.
Sevgilerimle.


1 Haziran 2009 Pazartesi

2

Uzun zamandır devam eden yalnızlığım sonunda son buldu.Geçen hafta uzun süredir yalnız çalıştığım odama (ki geçen akşam düşündüm bir önceki iş yerimdede odamda tekdim, yani toplam 6 yıldır falan) çok cici bir oda arkadaşı geldi.
Ona zorluklar çıkararak bir başka birimden buraya gönderen o çok kıymetli bayana teşekkürü borç bilirim :)
Yaşasın ki artık iki lafın belini kırabilecek,birlikte oturup bir bardak çay&kahve içebilecek bir oda arkadaşım oldu :)