28 Aralık 2009 Pazartesi

Tabiat Kaçar ;)



Yarın sabah başlıyor yolculuk.Bir aksilik olmazsa öğlen orada olacağım :)

Şimdiden herkesin yeni yılı kutlu olsun :)

Not:Başlık Behlül'ü hatırlatıyor farkındayım ,ama olsun çooook mutluyum ve eğleniyorum işte kendi kendime.İdare ediverin artık beni ;)

23 Aralık 2009 Çarşamba

Gidiyorum :)

Saya saya 40'a düşürdük toplamda sayıları.Bir es vermenin vakti geldi de geçti bile bu hasrete.Sonrasında ise......allah büyüktür.Geçen günler, geçmesi beklenenlerin teminatı olsun :)


Bugün saydım 5 gün sonra hasrete kısa bir mola var :)


en sevdiğim

22 Aralık 2009 Salı

UYU-MAYALIM

ninni ninni ...tık

21 Aralık 2009 Pazartesi

Hakkı Bey ve Lülüş Hanım

Dile kolay 60 yıl.
60 yıl birlikte nefes aldığın,güldüğün,ağladığın,sevdiğin,kızdığın,emek verdiğin,emek gördüğün birinin birden bire yıldız olup kayması.
"Sopa gibi kalmamak" mümkün mü :(

18 Aralık 2009 Cuma

Fobi



Dün akşam gördüm gazetede.Çok üzüldüm.


Şimdi üzülecek başka şey kalmadıda bunamı üzüldün diye düşünebilirsiniz.Haklısınızda ,napalım üzüldüm ,zira damdan düşenin halinden ancak damdan düşen anlar.


Yıllar evvel ilk evimizde otururken ve komşuluklar şimdikiyle hiç de öyle kıyaslanmazken,yani komşu teyzeler anne yarısı ,komşu çocukları kardeş gibiyken, iki yüzünde balkonları birbirine bakan bir apartmanda oturuyorduk biz.


İki apartmanın çocuklarının arasında benim yaşıtlarım hep erkek çocuklardı ve ben büyük ablalarla oynayamadığım zamanlarda hep onlarla oynardım.


Onlarında bundan pek şikayeti yoktu......Biri hariç.Alt komşumuzun oğlu M. Saolsun beni hiç sevmezdi ve ne zaman bir arada oynasak hemen diklenirdi "bizimle oynamasın o kız " diye. Çoğunluk oynasın deyince sesi çıkmaz kabul ederdi, ama sinirde olurdu bana :)




Çocuk aklı o zamanlar benden intikam almayı kafasına koymuş olacak ki ne zaman nerde sıkıştırsa beni ya üstüme ,aynen haberdeki gibi kedi fırlatır, ya da benim göremeyeceğim yerlere(mesela apartmana benden evvel girip apartmandan dışarı doğru) saklanıp kedi gibi miyavlardı.


O zavallı kedilerde, son sürat havada uçunca tırnaklarını çıkarıp bir yapışırlardı ki öyle böyle değil.Ne kadar sallanırsam sallanayım, mümkün değil düşmezdi üstümden.Birileri yardım etmeden kurtulamazdım.Annesinden yediği dayaklar bile vazgeçirememişti M'i bu huyundan :)




İşte ben o günlerden bu yana kedilere hiç yaklaşamam.Değil yaklaşmak seslerine bile acayip duyarlıyımdır .Metrelerce uzaktan duyabilirim ve hemen istemsizce tepki veririm.


Kocaman köpekler bile beni bir yavru kedi kadar korkutamaz.




O yüzden üzüldüm işte.O zavallı kızın yaşadığı korkuyu yaşadığım ve bildiğim için.


Yıllar sonra eşiyle çok iyi anlaştığım ve oğlunu çok sevdiğim M'inde kulakları çınlamıştır sanırım :)




Not:Bu arada kedileri gerçekten severim.Korkarım ! ama severim.Hallerini,tavırlarını, o kimseye minnet etmeyişlerini...Güzel hayvanlardır.Yaklaşamam o ayrı.Ama sanırım yakın dostlarının "Kedi" diye çağırdığı bir eşim olmasıda hayatın bana küçük bir şakası :)

Saygıyla


Tık

12 Aralık 2009 Cumartesi

Bugün Buram Buram Nostalji Kokuyor Bizim Ev :)


Eskiden yoktu ki televizyon.Sık sık da elektrikler kesilirdi.Hele kış akşamları bir anda gidiverince elektrik, çıtır çıtır yanan sobanın etrafında, gaz lambası ışığında oyalanacak şeyler bulurduk.Bugün biz önce mutfağa girdik üç nesil kız.Şunları yaptık el birliğiyle sonrada o eski günlerin en neşeli eğlencesini yadettik. "Şarkı yarışması"

Ananne, anne ve torun.Herkes bildiklerini söyledi.Doğa çok eğlendi.Annem hüzünlendi ben anannemi özledim.

En çok da ben küçükken söylediği şu türküyü söylemesini.


Yağan yağmurla hüzünlendik,güldük eskilere daldık.


Şarkı yarışması :)

5 Aralık 2009 Cumartesi

Kanat


İranlı Bir Şair diyorki; Aşk'a Uçarsan Kanadın Yanar .. Bunun Üzerine Mevlana diyorki; Aşk'a Uçmazsan Kanat Neye Yarar...?

3 Aralık 2009 Perşembe

59

Bugün garip başladı güzel geçti.Sabah Doğa okula gitmemek için yine binbir naz niyaz edince kapıdan çıkmakta oldukça zorlandık.Servisi kaçırmamak adına az yüksek volumle söylediğim "hadi Doğa çabuk ol" sözü bana "keşke annem olmasaydın" olarak geri döndü.Neden iki numara olduğum anlaşıldı böylece:(
Neyseki küskünlüğü uzun sürmedi ve okula da koşa koşa gitti.Tıpkı deniz gibi, bir an sakin bir an dalgalı, anı anını tutmuyor böylemi olur akrep burcu yoksa hala klasik 2-3-4-5-....... yaş sendromları devam ediyor.
Babamızı çok özledik.Başlıktanda anlaşılacağı üzre 59 günümüz var hala.Mümkün oldukça(Doğa uyumamışsa ve babamızın internet sorunu yoksa) hergün görüşüyorlar.Bu görüşmeler bazen aşk dolu geçerken bazende konuşmayacağım ben diye kesirip atmakla bitiyor.Ama en son geçen akşam ekranın önünde deli gibi ağlarken bir taraftanda çok özledim ben seni diye bağırıyordu :((
Eğer mümkün olursa yılbaşında İspanyada olmayı planlıyorum henüz turlarda bir netleşme yok.Olunca uzun uzun yazacağım sanırım.Bakalım bana şans dileyin de gönlümce olsun bari:)
Yarın Doğayla yılbaşı ağacı almayı planlıyoruz.Her ne kadar yılbaşı ağacı bazı insanların pek hoşlanmadı birşey olsada ben çok seviyorum.İçime sevinç doluyor ve neşelenmek neden kötü olsunki değilmi.Üstüne renkli toplar yıldızlar ve kar spreyi almayıda planladık.Bakalım bizim işimiz belli olmaz ışık top yıldız derken bir sürü şey alma olasılığımız yüksek :) Belki sonra resimler sizede gösteririz.
Doğa bu sene Esyn ablası sayesinde erkenden Noel anne oldu bile.Yanıp sönen kocaman kırmızı bir şapkası var artık ve keyifle tüm ışıkları kapatıp onunla geziyor :)
Aslında günü yazmayı planlamıştım ama her anne gibi çocuğumdan laf açılınca toparlayamıyorum bir türlü mevzuu ister istemez onda kalıyor :)
Neyse bugün sevgili Koza ve Esyn ile izlediğimiz filmi de yarın yazayım bari :)
Birde Sardunyanın yazdığı minik "YAĞMUR" varki dünden beri aklımdan çıkmıyor.Resmini bile görmedim ama öylece gözümün önünde sanki.Hala içimden ağlamak geliyor.İnsanına değer vermeyen bir ülkede yaşadığım için çok mutsuzum.

25 Kasım 2009 Çarşamba

İçim Şişti


Bugün evde3 günüm vallahi çatlamak üzereyim.Ağzımda maske ,elimde kolonya , üstümde battaniye öyle yatıp duruyorum televizyonun karşısında.Digili televizyonu babam kapınca bana kalan sadece yerel yayın yapan emektar televizyon oldu.Dışardan pek ala görünen bu battaniye altı televizyon önü durumu malesef bence pek öyle değil.Sabah haberler başlıyor offf of.

Arkasından kim kimi neden öldürmüş,kaçan kızlar nereye gitmiş offf of.

Sonra evleneceğim ben diyen sevgili bayanlar ve baylar ekranları kaplıyor ki oooooof of bile yetmez bu iç şişirme durumuna.

Sonra bir ara Dodıkle çizgi film.Valla inanmazsınız insanın içi ferahlıyor onları izlerken.

Akşamüstü sanki hergün evde 5 yıldızlı restorantta gibi yemek yiyen herşeyden anlayan her tadın çok bileni yarışma programı var ki artık şişmekte fayda etmiyor.

Arada haberler.Sinir katsayım mı fırlıyor, yoksa o fırlayan ateşimmi şaşırıyorum.

Amaaaaan diziler başladı.Ben bunların hiçbirini bilmiyorum ki.Neyse ki gün boyu yayınlanan dizi tanıtımları tamamını bilmesemde genel olarak fikir veriyor allahtan boşluklarıda annem dolduruyor oldu bitti :)

Sonra bir bakıyorum televizyonu kapatmış gitmiş annem ben de yanımda tuvalet kağıdım kolonyam uyuyakalmışım.

Bugünde bitti.

Not:Aman dikkat edin sakın hasta olmayın.

Sevgiler

24 Kasım 2009 Salı

24 Kasım


Başta ,

annem çalışıyor diye ,okul sonrası beni kuaföre götürüp saçlarımı kestirecek kadar seven, tenefüs aralarından sonra sınıfta herkesin sırtını kontrol edip terli olanların sırtına ikinci bir anne gibi mendil sokan,bizi sadece derslerle değil, gönlüyle, sevgisiyle, ilgisiyle vareden canım öğretmenim Dilber S. olmak üzere tüm öğretmenlerin bu güzel günü kutlu olsun.

Sevgiler

23 Kasım 2009 Pazartesi

Öhö Öhö...

Hastayım,(evet grip oldum sonunda zaten grip olmasam bu koşullarda zatürre olurdum),raporluyum,evdeyim,yatıyorum......
Herkes kendisine dikkat etsin lütfen :)
sevgiler...

18 Kasım 2009 Çarşamba

Günün Sözü

"Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer."
İbn-i Sina

16 Kasım 2009 Pazartesi

Aşk Hep Var....mı? - Yukarı Bak(UP)




Dışarda şakır şakır yağan yağmurdan kaçarak koşa koşa girdik sinema salonuna.Silkelenip koştuk gişeye.Biletlerimizi alıp kurulduk koltuklarımıza.
Minik aşkım ve benden başka kimseler yoktu koca salonda.Kızımla başbaşa, kah gülerek bazende hüzünlenerek izledik "Yukarı bak" filmini.
Şu üstteki video günlerdir Facebookda dolaşıp dururken yazmak geldi içimden.
Gerçekten sadece çizgi filmlerde mi vardı böyle aşklar??Yani kızla oğlan kavuştuktan sonra (balayı bile olmadan) sonsuza dek mutlu yaşadılar sözü havada mı kalıyordu? Yoksa devam edip giderken hayat,koşturmaca arasında,çoluk çocuk ,iş güç derdinde o büyüsü bozuluyormuydu?
Bence kocaman bir HAYIR olmalıydı bunun cevabı.Evet her an her gün her saniye belki bu filmde birleştirilmiş gibi mutlulukla geçmiyordu ama......
Sabah kalktığında sen çocuğu hazırlarken o sıcacık bir çay getiriyorsa sana.Hastalandığında kafanı koyabiliyorsan omzuna çocuk gibi mızırdanarak,ya da uyuyakaldığında üşümesin diye sıcacık battaniyesini örtüyorsan üstüne, aşk hep vardı.Hep devam ediyordu......
Kavgalar yokmuydu,hiç bitmeyecek gibi uzun uzun şiddetli,ya da hepmi aynı düşünüyordu insanlar.Elbette hayır.Ama eninde sonunda biri diğerinin gönlünü almayı başarıyorsa evet aşk hala vardı.
Ben aşktan umutsuz değilim.
Sizde olmayın.
Aşk hep var.
Sevgiler

14 Kasım 2009 Cumartesi

Bütün Kadınların Kafası Karışıktır.

Zaten karışık olan kafamı hakikaten çorbaya çeviren bir kitap oldu :)
Sonuna dek okuyamadığımı itiraf etmeliyim.Ya ben bu aralar kitap okuma tadında değilim ya da gerçekten hiç bana göre değildi.

10 Kasım 2009 Salı

Ben Seni Hiç Görmeden Sevdim

Fikirlerine,ilkelerine ve kurduğun Cumhuriyete ...Cumhuriyetimize sahip çıkan Türk gençliği seni bugün özlemle hüzünle sevgiyle andık.
Huzurla uyu....

9 Kasım 2009 Pazartesi

9.11.2005


Doğa:Anne babama söyle üzülmesin.O gelince kocaman bir pasta keser büyük bir parti veririz.....

Büyüyor hemde şaka değil gerçekten. Ona kavuştuğumuz günün üstünden dolu dolu tam 4 yıl geçti.İlk gördüğüm günden beri aşığım ona.Ve sanıyorum sonsuza dek hep benim sağ omzumda yatan mis kokulu bebeğim olarak kalacak.

2 Kasım 2009 Pazartesi

Brrrrrrr!!


Durum tam olarak şu :
Dışarıda hava buz
Pimapenler takıldığı için tüm bölüm camları açık ya da yok
Kaloliferler yanmıyor
Bu durumda hepimiz donmuş kiraz ağaçları gibiyiz.
Soğuk çok soğuk!!

28 Ekim 2009 Çarşamba

Özgür-Fotoğrafın dili


Hiç soluksuz, hergece, terkediyorsa bu bedeni bu nefes ve her gece çok daha özgürse ruhum gün ışıyana dek...........bırak! bıraksın beni...................bırak koşsun çıplak ayak mutlu olduğu yere....................sana...............
Not:Fotoğraf Öykü Atölyesi -Fotoğrafın Dili çalışmasına aittir

Günün Sözü

"Bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bir bela kazandırmaktır"
T.Roosevelt

24 Ekim 2009 Cumartesi

Çocuk(Kelime Oyunları -Korku)

""Korkma tamam mı kızım diyor annem ayakkabılarını giyinirken.

Kafamı sallıyorum olur dercesine ya, kalbim sanki kilometrelerce koşmuşcasına atıyor.Sanki ağzımı açsam "tamam" desem, fırlayıp çıkacak olduğu yerden.

"Birazdan anannen gelir, geç kaldı herhalde.Gelemese arardı ,kızım bak kapıyı çekince ben sakın kimseye açma.Anannen seslenir sana tamammı.Sakın kimseye açma kapıyı "diyor ve öpüp beni çıkıveriyor kapıdan.

Arkamı bir dönüyorum.Ev kocaman ben küçücük içinde, sanki heryerde tanımadık bilmedik birşeyler var.Sanki burası benim evim değil.

Olsun olsun 5 ,hadi bilemedin 6 yaşındayım.Daha ilkokula bile gitmiyorum ordan pay biç işte.
İlk defa böyle oluyor gerçektende, oysa kendimi bildim bileli anannem hep, annem babam çıkmadan gelmiş oluyor,onlar işten döndüğündeyse hep çıkmaya hazır.Annem geldiğinde "hadi artık git evinize" diye sepetlemeye çalıştığım anannemi şimdi gözlerim yaşlı ,sırtımı boşluğa dönemeden, salondaki kanepenin sırtlığına sıkı sıkı yaslamış bekliyorum.

Küçücük aklımla önce yolda olduğunu düşünüyorum.Şimdi yokuşu çıkıyordur ,şimdi sokağa girdi şimdi bakkalı geçti şimdi apartmanda, işte şimdi kapıyı çalacak..........bekliyorum ses yok.Başlıyorum ağlamaya ,ama nasıl ,öyle böyle değil.Hıçkıra hıçkıra bağıra bağıra ağlıyorum.......Aklıma bambaşka birşey geliyor ....ya hiç gelmezse ,ya başına birşey geldiyse, ya öldüyse .....ya beni unuturlarsa böyle yapayalnız başıma bu evde, akşama kadar o kadar çok var ki " ölürüm korkudan diye düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum.

Ses olsun diye radyoyu açıyorum.Sırtım hala kanepeye yaslı, ondan güç alıyorum.Kimbilir belki 10 dakika belki 15 dakika bekliyorum onu.Bana yıllar gibi gelen o 10-15 dakikadan sonra anannem geliyor.Yapışıyorum eteğine "korkacak ne var kuzum ben hiç unuturmuyum seni ölsem gene gelirim "diyor.Sarılıp ağlıyorum.............

Çok değil 1-2 sene sonra ben ilkokula başlıyorum o ise dayımlarla birlikte şehrin öbür ucuna taşınıyor.Sabah gelip akşam dönme olmayıca benim yalnız kalma maceramda başlıyor.Tam 10 yıl sürecek evde tek başına macerası.

Gariptir.Korkularıyla başbaşa kalınca insan ,onlardan korkmamaya başlıyor,onlarla başetmeyi başarıyor.
Ve alıştığında, ne ecinniler çıkıyor bomboş odalardan ,ne tanımadık yüzler.Ne de sırtını dayayacak bir koltuk arıyor insan.
İnsan işte... korkularına bile alışıyor.....


Not:Öykü Atölyesi'nin "KORKU" kelimesi için yazılmış bir anıdır.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Teslimiyet Töreni

PKK'lıların memlekete gelişi, tüm yurtta, dış temsilciliklerimizde ve KKTC'de törenlerle kutlandı.

Terörist olmadıkları, olsa olsa terörişko oldukları açıklanan PKK'lılar, sınır kapısına serilen kırmızı halı üzerinde, protokol tarafından, çiçeklerle karşılandı.

Yetkililerin, gözyaşlarıyla birbirlerine sarılarak, çak yaptıkları görüldü. Giriş işlemlerini önceden hazırlamayarak, 4 saniye beklemelerine sebep olan memur, görevden alındı, mağdur PKK'lılardan özür dilendi, araya Ahmet Türk girdi, tatsızlığın büyümesini önledi, Ahmet Türk'e teşekkür plaketi verildi. Bando eşliğinde üstü açık arabaya bindirilen PKK'lılar, resmi geçit kortejine katılarak, halkı selamlaya selamlaya Silopi'ye girdi. Temsili karakol baskınının gerçekleştirildiği törenlerde, temsili bir askerin, tahta tüfekle sağa sola ateş ediyormuş gibi yapması, coşkuya gölge düşürdü. Divan-ı harbe verilen askerin, akli dengesinin bozuk olduğu ortaya çıktı. 25 atletin İmralı'dan getirilen toprağı PKK'lılara sunmasının ardından, güzergâh üzerindeki devlet dairelerine molotof atıla atıla, Vilayet Konağı'na geçildi. Makam aracını PKK'lılara tahsis ettiği için yürüye yürüye gelen Vali'nin kapıda karşılamaya gecikmesi, PKK'lıları tek başına karşılamak zorunda kalan ABD Elçisi tarafından skandal olarak nitelendirildi. Sinirlenen elçi, “Bu memleketin sahibi yok mu kardeşim, her şeyi biz mi yapacağız” diye bağırdı, araya Emine Ayna girdi, tatsızlığın büyümesini önledi, ona da teşekkür plaketi verildi.

* * *
Karayoluyla Diyarbakır'a giden PKK heyeti, oradan, havayoluyla Ankara'ya geçti. Ancak, bu seyahat için, başbakanlığa yeni alınan 18 koltuklu DAP uçağının tahsis edilmesi, krize sebep oldu. PKK'lıların “Sıkış tepiş olacağını bilseydik, gelmezdik” diye yakınması üzerine, derhal 40 koltuklu Ana uçağı tahsis edildi. Bu bekleme sırasında VIP'te yürekleri ağızlara getiren bir sabotaj girişimi yaşandı ve “Türk” kahvesi ikram edildi... Irkçı muameleye maruz kaldıklarını söyleyen PKK'lılar, “Kalkın, dönüyoruz Kandil'e” dedi. Allah'tan Sırrı Sakık devreye girdi, “Espresso olmadığında ben bile Türk kahvesi içiyorum” diyerek, tatsızlığın büyümesini önledi. Faşist garson gözaltına alındı.

Sırrı Sakık'a da teşekkür plaketinin yanı sıra Beluga havyarı takdim edildi.

* * *

Başkent'e inen PKK'lılar, gündüzdü ama havayi fişeklerle karşılandı, deve kesildi, nazar değmesin diye alınlarına sürüldü, TOKİ'nin hediyesi dubleks dairelerin anahtarları hediye edildi. Limuzinlerle TBMM'ye geçen PKK'lılar, önce, Meclis Lokantası'nda AB büyükelçileriyle basına kapalı yemek yedi, sonra, DTP grup toplantısına katıldı; Şeş TV'nin yanı sıra, Roj TV'den de naklen yayınlandı. Ayak altında dolaşmasınlar diye, CHP ve MHP grup toplantıları iptal edildi, “Çok istiyorsanız gidin orada yapın” denilerek, ilk meclis tahsis edildi.

* * *

PKK'lıların yarın İstanbul'a geçmesi, Savarona'yla Boğaz turu atması, akşam da Çırağan Sarayı'nda gazetecilerle yemek yeyip, topluca Reina'ya gitmeleri bekleniyor.
Yılmaz ÖZDİL

Not:Olup bitenleri şaşkınlıkla, hayretle ve anlayamadan izliyorum gerçektende.Bu çok rahatsız ediyor beni hem de çok

Şemsiyen Var mı ?


Ağladığın gecelerde şarkılar söyle kurtulursun
Elleri var karanlığın, dokununca korkma sakın

Hangi düş yaralanır gerçekle
Hangi dal incinir yeşilinden
Hangimiz oyuncaklar kırmadık ?
Bir sigara ver bana

Yağmur olur gecen yıllar, şemsiyen var
Icinde kalabalıklar sırılsıklam
Olum dediğin aslında yalnızlıkmış
Bir sabah bir bakıyorsun, herkes gitmiş

Hangi düş yaralanır gerçekle
Hangi dal incinir yesilinden

Gel duman gizlesin yüzümüzü
Bir sigara ver bana

Bir gün habersiz cık gel
Bıraktığın plakları almaya
Sevginin de elleri var
Dokununca baslar rüya.......

19 Ekim 2009 Pazartesi

Doğam


Anne biliyormusun "aşk bitmez ,sadece köz olur diyen" , "dolaba saklansak ayrılıklar bulmaz di mi bizi anne" diyen bir kızım var.Onunla yaşamak hem çok keyifli ,hem de bazen çok zor.

Hele de baba yokken inanılmaz uçlara taşabiliyor durumu.

Bazen olanca anlayışı ile "dönecek, biliyorum, giderken söz verdi" diyebiliyor,bazense "şimdi olsaydı oynardık beraber" diye yüreğinizin ortasına haşırt diye sokuveriyor bıçağı(çevirmeyi de unutmuyor saolsun).Ya da durup dururken bugünde bitti babamın gelişi yaklaşıyor diye kendince hesaplara dalıyor.

O benim arkadaşım, en tatlı ,en dürüst, en yakın arkadaşım.

Büyüyorum onunla beraber hem de tam anlamıyla....

10 Ekim 2009 Cumartesi

Kaybolmuş Bir Dilin Sözcükleri Gibi

Sen gittin,

Yastığımda kokun misafir kaldı.

Gözlerimden haylaz yağmurlar yağdı.

Ayrılık mı, sen mi, yoksa sevda mı,

Hangisi sebebim olur?

diye kendimi kaptırıp sol şeritlere taştığım günlerin üstünden tam 3 yıl geçti.

Bugün yalnız olmadığımdan sanırım sol şeritin hep bir sağındayım ve yine yeni yeniden dilimde Funda Arardan birşeyler var.

Hep sen yokken çöküyor bu sesin hüznü üstüme .Hem çok seviyorum onu hem de hiç.

Bana sensizliği hatırlatıyor....

9 Ekim 2009 Cuma

Karanlıktakiler


Geçen hafta sonu kedibeyin gidişinden sonra Diloyumda eşini erkenden uzaklara gönderince kaldık kız kıza.Dodıkı ananneye emanet edip yine kız kıza kızlar partisi vermeye karar verdik.Bu filmi merak ettiğimiz ortaya çıkınca bize pijama partisinden evvel sinema salonunun yolu göründü.
Egemen, annesiyle birlikte yaşayan, bir şirkette ofis boy olarak çalışan otuzlu yaşlarında biridir.Aslında çok garip bir ikilemle yaşamaktadır.Annesiyle birlikte yaşadığı sıkıntı ve azap dolu saatler ve bu saatlerin dışında normal hayata dönebildiği ofis saatleri.Mutsuzdur.Annesi pek de normal olmayan bir hayat sürmektedir.Hayattan çok zarar görmüş ve bunun sonucu olarak kendisini eve kapatmış sokağa bakmaya bile cesaret edemeyen ,sürekli halüsilasyonlar gören ve yaşadığı bu hayatla Egemeni çok seven ama yine ona hayatı dar eden bir kişiliği vardır.
Bir yere kadar sabreden Egemen tek umudu olan aşkıda elinden kayıp gidiverince acaba zamanında annesinin "ölmek kolaydı ama sen vardın" cümlesinin tam tersine "yaşamak zordu çünkü sen vardın " mı diyecektir.
Doğrusu Diloyum filmi hiç beğenmedi.Çok yavaş,çok kasvetli ve sıkıcı buldu.Filmin konusu içinde geçen bambaşka bir hikayeden oluşmuş olsa daha güzel olabilirdi demişti hatta(değilmi öyle demiştin kuzu)
Ben film hakkında düşündükçe daha çok beğendiğimi düşünüyorum aslında.
Nasılmı??
Şimdi şöyle, bir kere film gerçekten başlarda o kadar sıradanlıkla seyrediyorki ,yaşadığı hayata bakıp zavallı Egemen diye düşünmeden geçemiyorsunuz.Bazen güldüren bazen içinizi acıtan sahnelerle dolu.
Oyunculuklar o kadar iyiki zaman zaman Egemeni severken zaman zaman inanılmaz kızıyor bazende çok acıyorsunuz.Hele Gülseren ,normalde deli diye kestirip atabileceğiniz birine öyle bir sempati duyuyor ve finale doğru yaşadıklarını öğrendikçe öyle acıyorsunuz ki haklı olduğunu bile düşünebiliyorsunuz.
Ve aslında hayatın,çevrenin,yaşananların insanları nereden nereye getirdiğini görüp hayıflanabiliyorsunuz.
Bence duygusal olarak oldukça dolu bir filmdi.
Sonu açıktı ama aslında sonuna kadarda belliydi.
Yinede son yorum size ait tabi.Ama bence izlenebilir bir film KARANLIKTAKİLER.

7 Ekim 2009 Çarşamba

Sinüs



Bazen 1 bazen -1 .......Zaman akıp geçiyor....

5 Ekim 2009 Pazartesi

119

Öncelikle herkese teşekkürler.Yorum bırakan arayan soran gelen yakinen ilgilenen beni havalandırmaya ( :P) çıkaran herkese çok teşekkürler.
Önce kısaca açıklayım çünkü bir önceki yazımda tastamam herşeyi yazacak kadar kuvvet bulamamıştım doğrusu kendimde.
Kedibey gittiler.Perşembe sabahı saat 6 uçağıyla yolcu ettik onu İstanbula.Ordan Madrid ordan Oviedo ve sonunda sağ sağlim yerine ulaştı şükür.
Doğrusu ilk gün önümüzdeki zaman hiç geçmeyecekmiş gibi uzadıda uzadı.Ama telefonlar pek susmadı ,hatta keşke burda olsaydınız dediğim bir arkadaşım çıktı geldi.Biraz lafladık biraz oturduk öylece içim rahatladı.
Bugünlerde yavaş yavaş herşey daha normale dönüyor.Biz kuzuyla rutin ananneye taşındık bile.Pazartesi sabahları arabayla geliyoruz.Dodık biraz bizimle odada oyalayor sonra doğru kreşe.Biraz mırın kırın ama gidiyor sonuçta.Sonra günlük koşturmaca.Akşamüstü kuzuyu al odaya dön ve Dodıkli koşturmaca :) servisle eve dönüş.Cuma akşamıda arabayla şarkılı türkülü dönüş.Bol muhabbet yolda uyuma.......
Sanırım günler böyle geçecek.
Buralardayım.Koşturmacanın arasında kafamı uzatıp birkaç yazıya yorum bırakıp çıkabiliyorum.
Sanırım daha çok gelsem daha iyi olacak.
Not yazan yorum bırakanlara çok selamlar.yi niyetleriniz ve destekleriniz için.Saolun sesinizi duymak çok güzel geldi.
Sevgiler...

1 Ekim 2009 Perşembe

Kaldım mı...

.....yarım

21 Eylül 2009 Pazartesi

Ah...

İçimdeki boşluğun dolabilmesi mümkün değil.Bazen bir anda, içim cız ediveriyor ya da burnumun direği sızlıyor derler ya, aynen öyle, başka bir tarifi yok bunun.
Onsuz ,koskoca bir yılı devirdik biz bugün ,biraz buruk, biraz bayramdı bugün bende hava.
Herkesin bayramı kutlu olsun...

11 Eylül 2009 Cuma

Ey Ankaralı Üst Kata çık



Ben aslında ördekli can simidi dağıtır sanmıştım zira hizmetten anladığı bu.

Kendime Not:Senmisin oturduğun yerden İstanbul Bel.B.a.ş. hakkında atıp tutan, bak işte durur durur seninkide konuşur böyle dahice(!)

10 Eylül 2009 Perşembe

9 Eylül 2009 Çarşamba

Sorumlusu İnsanoğludur

demiş Kadir Topbaş.Doğru demiş. Böylesi hor kullanılan bir dünyada doğada yeri gelince alıveriyor işte intikamını.Hatta sanırım hatırlatıyor arasıra bize ,bakın işte diyor karşımda nasılda acizsiniz.O da haklı,doğru çok kuvvetli, koskoca yerkabuğu sallanıyor minicik insanoğlu ne yapsın, ya da işte böyle gökden rahmeti indiriveriyor delidolu, bu insancıklar nerelere kaçsın.......da.
Yokmu yani bu zavallı insanoğlunun yapabileceği birşeyler korunabilme adına.
Yani ilk sorum şu aslında, kimdirki bu Kadir Topbaş.Yok öyle küçümsemek ya da laf sokmak gibi bir amaçla değil tam anlamıyla soruyorum .Kim Kadir Topbaş?Açın google amcayı sorun, ilk yanıtı İstanbul Belediye Başkanı diye veriyor.
Yani geçen Ağustosun 17sinde yani senesi gelince depremi hatırladığımız ve İstanbulda bir deprem olsa şu büyüklükte olacak şu kadar kişi ölecek diye anlattığımız,bugün gazete sayfalarını açtığımızda neredeyse her saat başı artan ölüm sayısıyla sele maruz kalan canım İstanbulun belediye başkanı.
Peki Kadir Topbaş ne yapsın. Tek başına bir adam di mi ne yapsın.?
Misal acaba diyorum bir alt yapıya el atsa.Yerin üstüne verdiği(?) değerin onda birini altyapıya gösterse(kendi değil canım elbet vardır işten anlayan) İmar izni verilen yerleri bir kontrol ettiriverse.Uygun mu değilmi yağmur yağarmı,dere taşarmı, sel olurmu birileri ölürmü diye bir düşünse?
Ama adamcağızda haklı ne yapsın daha ekilecek binlerce lale ,kesilip yol geçirilecek dönüm dönüm orman varken napsın kafasını kaşıyacak hali yokki.
E gözünü sevdiğimin İstanbuluda küçük şehir değilki bir uçtan bir uca rahat 1,5-2 saat alır gitmesi gelmesi.Her yere nasıl uzansın?
Allahın takdiri , insanoğlunun doğayı hor kullanması , birde eski belediyenin suçu bu olanlar.Sahi kaç yıldır görevdeydi kendisi?
Dönem dönem üstüne hala İ.M.G tarafından yönetilen bir şehirde oturup bunları rahat rahat yazıyorum di mi bende ?

Ölenler için çok üzgünüm,herbirine allahtan rahmet diliyorum.Herbirinin ayrı hikayesi var ve her biri gerçekten yürek burkuyor.

Keşke düşünüp işinin gereğini yeterince yapan,insanlara ve doğa saygı gösteren,rant uğruna doğanın tahrip edilmesine göz yummayan ,ve herşeye rağmen olası bir kriz durumunda olduğu yerin sorumluluğu taşıyabilen insanların yönettiği bir ülkede yaşasaydık belki hiç de böyle olmazdı diye düşünüyorum.

Grange-Siyah Kan

Daha önce bahsetmiştim belki Grange en sevdiğim yazarlardan biridir.Okumadığım sanırım sadece Leyleklerin Uçuşu kaldı.
Her kitabı ayrı kurgu, her kitabı ayrı,inanılmaz bir hayalgücüne sahip.Herbiri ayrı gerilim ve herbiri ayrı güzel
Ancak bu kitap beni inanılmaz etkiledi.
Korku filmi seyredemem seyretsem bile hep vardır ya eliyle gözünü kapatıp izlemek işte öyle seyrederim.
İlk defa bu hissi bu kitabı okurken hissettim desem sanırım yanlış olmaz.
İlk defa bu kitapda hem meraklanıp hem korkup hem gözümü kapatıp okuyasım geldi :)
Kitapda eski bir dalış şampiyonu ile eski bir paparazzinin ilginç ilişkisi var.
Dalış şampiyonu bir cinayet sonrasında yakalanır.Gazetecimiz ise hayatı boyunca hep talihsiz cinayetlerin ölümlerin arasında kalmış ve katillerin bozuk psikolojisine takılmış kalmıştır.Bir cinayet neden işlenir,cinayeti işleyen neler hisseder bunlar onda sürekli takıntı olmuştur. Ve bir gün dayanamaz ve dalış şampiyonunun bu akıl almaz cinayet(leri)i nasıl ve hangi ruh haliyle işlediğini anlamak üzere kendi kurguladığı bir oyunla onunla temasa geçer.Başlarda başarılı gibi görünen bu oyun katilin oyunu farketmesiyle heyecanlı gizemli sürekleyici bir ava dönüşür.
Siyah kan ,sırrı ve önemi nedir acaba sevgili paparazimiz bunu çözebilecekmidir.Ve sonu gelmeyen bu oyunda hayatta kalmayı başarabilecekmidir.
Gerilim seviyorsanız mutlaka okuyun derim.

8 Eylül 2009 Salı

Heyecan

Şu aralar 2 ayrı heyecan var evde biri Dodık hanımın yeni okuluyla ilgili.Uzun zamandır yaz tatili yapan Doğa hanım için bu ayın 15 inde tatil sona eriyor ve büyük okul diye tarif ettiği kurum kreşine başlıyor.Geçen hafta Kedibeyle eşyalarını teslim ettik.O kadar çok şey vardıki elimizde nerdeyse ilk çeyizimizi hazırlayıp vermiş olduk sanki.

Her sabah kalkıp soruyor "bugün okulun günümü" diye, bakalım umarım bu hevesi 10 günden uzun sürsün.

İkinci heyecanımız ise, tamamen Kedibey'le ilgili.Kendisi 1 Ekim'den itibaren uzun bir süreliğine burada olacak.Tatil dönüşünden beri vize hazırlıkları peşinde koşturuyor.Tabi gitmeden burdaki bazı işlerini de bitirmesi gerektiği düşünülürse oldukça yoğun ve sıkıntılı günler geçiriyor.
Umuyorum ki vizede veya herhangi başka birşeyde sorun çıkmayacak ve herşey yolunda gidecek.

Doğrusu ilk heyecan beni sevindirirken ikincisi için pek de aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.Ama mecburiyetler karşısında pek de birşey söylenmiyor :(

Ve bu ay da Ramazan ,okul ve yolculuk koşturmacasıyla geçecek gibi görünüyor... :(

7 Eylül 2009 Pazartesi

Dünya Dönüyor Sen Ne Dersen De :)

Hemde fıldır fıldır.
Tansiyonum 8.5 & 5.5

Geç Kalmış Bir Kutlama Yazısı

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
“Nereden çıktın bu vakitte” dememeli,
Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
Gözünün dilini bilmeli, dinlemeli, sormadan, söylemeden anlamalı...
Arka bahçede varlığını sezdirmeden,
Mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında;
Sen her daim onun orada olduğunu hissetmelisin
İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli,
Kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kollarıyla,
Dalları bitkin başına omuz,
Yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
En mahrem sırlarını verebilmeli,
En derin yaralarını açıp gösterebilmelisin.
Gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz.
Onca dalkavuk arasında bir tek o,
Sözünü eğip bükmeden söylemeli,
Yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece,
Asıl yuhalandığında da yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli âlem içinde, baş başayken sövmeli.
Ve sen, öyle güvenmelisin ki ona övdüğünde de sövdüğünde de
Bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.
Hakettim Diyebilmelisin
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının,
Günahlarının yegâne sahibi.
Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş,
Göz bebekleri bulutlandığında, fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş...
Böyle bir dostum var benim.
Pek sık görmesem de hep yanımda olduğunu bildiğim, yalansız riyasız dertleşebildiğim.
Kuşağımın en iyisiydi hilafsız...
Beraber okuduk, birlikte koştuk son 14 yılın amansız parkurunu...
Katılasıya ağladık, doyasıya güldük yol boyu... Ekmeğimizi ve acılarımızı bölüştük. Çocuklar doğurduk, büyükler gömdük.
Sonunda yara bere içinde oraya buraya savrulduk.
Buluştuk geçenlerde...
Bitaptı; kayan bir yıldız kadar ışıltılı, bir o kadar yorgun:
"- N'apıyorsun" diye sordum.
"- Seyrediyorum" dedi; "çaresizce, öfkeyle, şaşkınlıkla ama sadece seyrediyorum".
Seyrettiği; kuşağımızın en kötülerinin, pespayelik yarışında ipi ilk göğüsleyenlerin zirveye hak kazanmalarındaki akıl almaz gariplikti.
İyiliğin ve ustalığın bu kadar eziyet gördüğü, kötülüğün ve yeteneksizliğin bunca ödüllendirildiği bir başka coğrafya var mıydı acaba?
Okuldaki ideallerimizden, gençlik coşkumuzdan söz ettik bir süre; tozlu raftaki bir kitabı yıllar sonra merakla karıştırır gibi...
Ülkemizin kaderini değiştirmeye azimliydik mezun olurken; lakin karanlığını boğmaya yemin ettiğimiz ülke, karanlığına boğmuştu bizi...
Pazarda görsek tezgahından meyve almayacağımız adamların cenderesinde bir ömür geçirmiş, tünelden çıkış sandığımız ışığın, üstümüze gelen kamyonun farı olduğunu çok geç fark etmiştik.
Velhasılı ne sevebilmiş, ne terk edebilmiştik.
Krizde geçmişti bütün gençliğimiz; ve şimdi çocuklarımıza tek devredebildiğimiz, çok daha ağırlaşmış bir kriz...
"- İşte" diye iç geçirdi kadim dostum, "...bunları seyrediyorum bir kenardan sessizce..."

* * *

İşte en çok da böyle zamanlarda bir dostu olmalı insanın...

Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış,
cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri...
Parkurun bütün zorluklarına rağmen,
"Dostluğumuzu koruyabildik,
Acıları birlikte göğüsledik ya
Yenildik sayılmayız" diyebilmeli...
Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda,
Küçücük bir kâğıda yazdığımız
Kısa ama ümitvarî bir yazıyı
Yüreğe benzer bir taşa bağlayıp
Birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz.
"Bunu da aşacağız!
Gözlerinin içi hep gülsün.....Nice nice yıllara....








































3 Eylül 2009 Perşembe

Bir Anda


Aslında bambaşkaydı yazmak istediklerim.Ama gözlerim takılı kaldı birden bu resme hemde sadece bir sonbahar resmi araken sayfalarda.
Garip bir keman sesiyle birleşti resim ve hüzün çıktı geldiği uzak diyarlardan.
Kimbilir belki hiç hüzünlü bir gün değildi çekildiği gün,belki hüzünlü bir anı dondurmak için bile çekilmemişti,ve yine kimbilir, 1929'un Eylül ayında Kings Cross istasyonunda bu resmi çeken biri, o andan hemen hemen 80 yıl sonra bir öğleden sonrasında çok uzaklarda bir yerlerde birilerinin bu resme bakıp da tarifsiz bir hüzne kapılacağını hiç tahmin edemezdi.

14 Ağustos 2009 Cuma

Çiğdem Çiçek


Ondan bahsetmiştim ya size tamda şurda.

Bugün sevinç çığlıkları attık beraber.

Günlerce çalıştı sınava girdi ve DGS de Türkiye 89. oldu ve bugün sonuçlar açıklandı.

:))))) Hacettepe Kimya Mühendisliği :)

Heyooooooooooo

13 Ağustos 2009 Perşembe

Tesadüf ......mü??




Ben onu çok severim.Neşesini severim , gülmesini, güldürmesini ,azda ağlasa, ağlamasını severim ve ağlatmasını ,"salındı bahçeye girdi " diye başladığında ,gözlerimden süzülmesine engel olamadığım yaşlara bakıp, gülümsemesini severim, leblebi koydum tasa gız annem diye başlayıp oynatmasını, sonrada kendini durduramadan oynamaya başlamasını severim :) Annesini,babasını,ablasını,eşini ,oğlunu .......Velhasıl kelam onu severim.


Ve bu hayatta insanların hiçbir iletişim aracı olmadan da, birbirlerini hissedebildiklerine inanırım.


Öyle olmasa ,tam ben "bu türküyü o söyleseydi ,ah ne güzel söylerdi kimbilir" diye düşünürken gecenin yarısında, ve birbirimizden kmlerce uzaktayken öylece içinden gelipde araması tesadüf olurdu.Ve bence tesadüf diye birşey yok!


Sizce??


12 Ağustos 2009 Çarşamba

Tatil-2


Doğa tamamen özgür iradesiyle sabahların çok sıcak olduğuna ve o sıcakta denizde olmak istemediğine karar verince sabahları sahil ve deniz Kedibeye ve bana kaldı.

Hemen hemen ,her sabah, kahvaltı sonrası biz sahile inerken, Dodık ya dedesiyle arka bahçede salıncağa bindi ya da babanneyle küçük havuzda olanca bebekleriyle beraber şıpırdadı.

Sabahları poyraz sayesinde havuz kıvamına gelmiş denizde yüzmek, yan sitelerden topluca gelmiş ,her sabah ama her sabah ,aksatmadan kahve içip dünden bugüne bakalım fincanda ne değişmiş diye saatlerce tatlı tatlı sohbet eden şeker teyzelere kulak kabartmak,kitap okumak ve hiçbirşey yapmamak tek kelimeyle sanırım "inanılmazdı" :)

Dönüşde paldır küldür Dodıki doyurmak ve çoğu kez isyan bayrağını çektiği uykuya yatırmak faslı sonrası ,ma-aile deniz soluğu almak,Doğa'nın dalgalara karate yapması, bize dalgakıran olması,kedinin her gidişde can simidini şişirmesi dönüşte içindeki havayı boşaltması,saatlerce kumda yapılan kalelerin, yine Doğa'nın kendi elleriyle getirdiği bir kova suya dayanamayıp eriyip gitmesi ve sahilde hiç yorulmayan Dodık hanımın eve dönüş yolunda "kucaaaak" diye çığırması ve yine tam ayak yıkama yerine yaklaşınca canlanıp "dinlendim ben, bırakın beni ,ilk ben yıkıcaaam ayağımıııı "diye bağrışması, bizim için tam gelenek halini alıyordu ki bir baktık tatil bitmiş.

Tüh.Biz çok alışmıştık yafu ....


9 Ağustos 2009 Pazar

Tatil-1


Kıvrıla kıvrıla iniyoruz Toroslardan ,yaklaşık 1 saattir.Doğa uyumuş yanakları pespembe.Dışarısı sıcacık belli, içerisi ise, klima saolsun dışardaki tüm sıcağa inat , oldukça güzel.Yavaşca süzülüyor radyodan bir ses "eksik bir şey var hayatımda gözlerim neden sık sık dalıyor...."
Kafamı çeviriyorum camdan dışarı etrafda çamlar, olanca sıcağı üstlerine almışlar.Aklım şarkıya takılıyor.Galiba herkes, zaman zaman, kendi çektiği klibinin içinde olmayı seviyor.
"Terliklerimle gelsem sana sonunda aşkı bulmuş gibi "diyor ya.Acaba öyle bir acele çıksam ki öylece gelebilsem mi demek istiyor, yoksa yerleşip kalsam mı gelip yanına diyor.
Her ne derse desin güzel diyor içime huzur doluyor.Sanki, Sardunyalar çalmış kapımızı, kimseler kal dememiş, düşmüşüz gibi yollara içim bir neşeyle kaplanıyor.Birazdan iki dağın arasından denizi görüyorum.Denizsiz memlekette yaşayan herkesin ilk gördüğü anda yaşadığı o heyecan her sene yaşanır mı :) yine gelip oturuyor o heyecan göğsüme ister istemez gülümsüyorum.
Galiba tatil başlıyor :)

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Uzaklarda Bir Yerler Var, O Yerlerde Mutluluklar....

Sonunda (malesef) döndük ve hatta kaldığımız yerden ,daha çok birikmişlerle ,koşturmaya başladık bile.
Tatilde günler güzel ve hızlı geçti.
Saatsiz,telefonsuz,internetsiz......sadece gazete ve sadece kitapla geçen günler daha hafif daha özgür daha mutluydu sanki.
Düz ayak dışarı çıkmak,o ona uydumu ,bunu burda giysem olurmu gibi sorunlarım olmadan ,pespembe terliğimle heryere gidebilmenin rahatlığını ,sanırım bir sene daha beklemek zorundayım.
Aklım saatimi çıkarıp ta bir kenara koyduğum ve göz ucuyla bile bakmadığım o 15 günde kaldı.
Velhasıl kelam güzeldi ,geldi, geçti ,bitti.
Seneye Allah kerim.

Not:Doğanın resimlerini çekmekten tek bir kare bile Aydıncık resmi çekmediğimi farkettim dönünce dolayısıyla resim için <"http://www.aydincik.gov.tr/">tık

17 Temmuz 2009 Cuma

Veeeee



Tatil!!!!!Yaşasın! yupii ve hurra.... ;)

Yakında görüşürüz.Hepinize sevgiler....

14 Temmuz 2009 Salı

Women of Anatolia

Keşke gidebilseydim ve yine keşke seyredebilseydim onu bir kez daha sahnede.
O çoşkusunu, o yıllardır tanıdığım kız olmaktan çıkıp, tanımadığım onlarca kadına dönüşmesini ve keşke yine oyuna dalıp gitmişken bir anda yine içimden bir coşku kabarsaydı .....
Nasıl zor yollardan geçtiğini ,nasıl tam bir akrep inadıyla girdiği yoldan dönmeyişini , uzun uzun anlatabilseydim keşke.
"Başak" onu unutmayın ilerde bu güzelliği, bu yeteneği çok göreceksiniz.
Hakediyor...Çok daha fazlasını da hakediyor.Güzel kalbi ve koca koca gözleriyle inancın ve azmin elinden hiçbirşey kurtulmayacağını gösteriyor sanki.
Yolları açık olsun.Bol şanslar.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Neden ki??

Dün akşam market sırasına girmiş beklerken yan tarafımızdaki kasada 3 tane bayanda bizimle beraber bekliyordu.Kızlardan birisi
K1:Aaaa sakız alacaktık dedi ve bizim diğer tarafımızdaki sakız reyonuna yöneldi.Sakızları aramaya başladı
K2:"F..alı..m al" dedi.
K1: "Hayır onu alamayız biliyorsun ki " dedi
K2: "Neden alamıyoruz ki " diye sorunca tam cevap verecekti ki sustu.
Bu sırada üçüncü kız şöyle dedi:
K3: "Ü..lker al Ülk...er "
K1 :"Baktım ama göremiyorum" dedi.Uzun aramalar sonunda gördü ve bir avuç dolusu sakızı alıp sıraya geri girdi.
Bu ayrımcılığın sebebi neydi bilemiyorum ama ayırım yapan kızcağızın A.did.as ayakkabıları çok güzeldi ben ona takılmışım....

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Yoga-1964


1964 den bahsediyordu babannem.Bundan tam 45 yıl, Cumhuriyetin kuruluşundan 41 yıl sonradan ,yani belkide tüm Cumhuriyet tarihinin tam ortasından.
Konu nerden mi açıldı.Babannem "yine zayıflamışsın niye yemiyorsun kızım" diye başladı.Kedi de hemen verdi sırrımı "spora gidiyor babanne."
"Nasıl spor" diye sordu ve anlatmaya başladı."Ben de gitmiştim gençken, iyi olur."
"Nasıl yani" diye sordum "aerobiğemi gittin sen ?"
"Yok yoook" dedi "Yogomu ne adını unuttum ya şimdi ona gitmiştim.
Şöyle yapıyorduk böyle nefes alıyorduk" diye anlattı ki ağzım açık kalakaldım.Nedense birden soruverdim."Babanne o zaman yoga biliniyormuydu yahu??"(e herhalde bu nasıl soruysa artık)
Tabi dedi dedem yogada biliniyordu,sinemada tiyatroda.Şimdiden daha moderndi kızım o zaman hayat.
Dedem Köy Enstitüsü mezunu bir emekli öğretmen.Hemen hemen her konuda bir fikri bir yorumu vardır.Çünkü eğitimini almıştır.Tarımdan hayvancılığa,basit ilkyardım konularından, tarihe .
Anlatmaya başladı.Evet dedi.O zaman şimdiki gibi değildi herşey.Her ay sinemaya tiyatroya giderdik.Sanata değer verilirdi.Moderndik belkide şimdikenden çok daha fazla.
Bir o zamanı düşündüm bir de şimdiyi.Tek bir örnekdi belki, belki de yetmezdi kıyaslamak için ama ne olursa olsun haklıydı ,mutlaka bizden çok daha modernlerdi.
Zaman ileri giderken biz geriye mi gitmiştik ne ???

7 Temmuz 2009 Salı

Aferin :)

Tek çocuk olarak büyüyen ben, 6 yaşından beri yaprak dolması saran ,sabah kalkıp , "dur bu sabah kahvaltıda bir değişiklik olsun" diye su böreği açan, eline aldığı her işi en kısa sürede bitiren,yerinde duramayan ve her " anne gel azcık oturalım" dediğimde dur şunuda yapayım geliyorum diyen atom karınca bir anneye sahibim.Dolayısıyla ,evlenmeden evvel ne kendi başıma bir yemek yapmışlığım ne kendi aklıma gelip ev süpürmüşlüğüm vardır.(Yazının bu kısmında utanıyorum, beni örnek almayın, kötü örnek örnek değildir)
Dolayısıyla evlendikten sonra, her yemek yapma vakti bir elimde telefon, diğer elimde kalem kağıt sürekli not alan birisi oldum.
Şükür geçenlerde evliliğimiz 7.yılını bitirdi.Bu süre içinde yemek yapmayı da ,temizlik vaktinin geldiğini de, kimsecikler söylemeden anlayacak kadar geliştirdim kendimi :P
Hatta, pasta börek konusunda anacığıma örnekler verecek, onu şaşırtacak kadar iyi olduğum bile söylenebilir.
Ve yine hatta, "dur bir değişiklik olsun" diye mantı açmışlığımda.(Su böreğine henüz gelemedim o kısım henüz boyumu aşar)
Ama dün akşam öyle bişey oldu ki, bunu yazmasam buraya not etmesem olmazdı.
Annem dün akşam yemeklerimin çok güzel olduğunu ve bayıla bayıla yediğini söyledi.Yok öyle övmekle alakalı değil(iyi sıkıştırdım eminim).Gerçekten çok beğendiğini ve tadlarının çok iyi olduğunu söyledi.
Annemi bilenler bilir yemek deyince gerçekten eline su dökeni görmedim şimdiye dek(en büyük teyzem hariç). Anne yemeği ne de olsa :)
Bu yüzden dün akşam söyledikleri benim için buraya yazılmalıydı.
Afferin bana hihi :)

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Sahtekar

Christine oğluyla birlikte yaşayan yalnız bir annedir.Bir hafta sonu aniden işten çağrılır ve istemeyerekde olsa oğlunu evde yalnız bırakarak işe gider.Döndüğünde oğlu yoktur.Hemen polisi arar ancak polis 24 saat geçmeden çocuk kaybolması vakalarıyla ilgilenmediklerini söyler.Heryeri arar ama oğlunu bulamaz.

Ertesi gün polisler oğlunu aramaya başlarlar ta ki bir gün polis departmanından bir görevli gelip oğlunu buldukları haberini verene dek.

Christine bir ümitle istasyona koşar ancak getirilen çocuk kendi oğlu değildir.

Fakat kamuoyunda çok ilgi gören bu kaçırılma olayını kendine bir başarı gibi döndürmeye niyetli olan polis teşkilatı Christine'nin çocuğu alıp evine gitmesini sağlar.




Christine şaşırmış durumdadır.Önce kendinden şüphe eder.Ancak çocuk polislerin ve kendisininde iddia ettiği gibi oğlu olamayacağı aslında oldukça açıktır.


Ancak ne çocuk ne de polis teşkilatı ortada bir hata olduğunu kabul etmektedir.Bu durumda Christine yapacak tek şey kalır.Araması durdurulan oğlu için mücadeleye devam etmek.Bu konuda kendine destek olanlarla birlikte elbette.


Ancak bu kolay olmayacaktır.Çünkü karşısında dilediği gibi davranmaya alışmış,kuralsız kanunsuz bir teşkilat vardır.Ve Christie erkek egemen bir dünyada cesurca yılmadan savaşına devam eden bir kadındır, bir annedir.


Filmin en etkileyici tarafı konusundan çok gerçek hayat hikayesinden alınmış olması.İzlerken çoğu zaman öfkeme yenik düştüğümü söylemek zorundayım.Oldukça uzun bir film olmasına rağmen nasıl akıp geçtiğini anlayamıyorsunuz.

Bir anne olarak verdiği mücadeleye hayran olmamak mümkün değil bir kere.


Filmi çok beğendim.Gerçektende.

Aklımda kalan bir çok sahnesinin yanısıra sanırım "bir kavgayı asla başlatan olma ama bitiren sen ol" fikri unutamayacağım bir söz olarak hafızama kazındı.

Sonuç olarak mutlaka izleyin derim.Fragmanı için tık

2 Temmuz 2009 Perşembe

Issızlığın Ortasında


Bir düş gördüm geçenlerde

Görmez olsaydım ah olsaydım

İçime şeytan girdi sandım

Keşke hiç uyumasaydım

Birdenbire

Ateş ve duman

Feryad-ı figan

Sanki elele

Geliyor habire

Üstümüze, üstümüze

Canlar, sazlar

Kan oldular

Kesildi teller

Durdu nefesler

Ama hala

Dimdik ayakta

Ayaktalar

Çığlık kalleş

Sessizlik mi dost

Ateş ve duman

Hain düşman

Issızlığın ortasında
Bir insanın bir başka insanı öldürebilmesine,hele de bunu dindar olması ve dini koruması adı altında yapmasına hiç bir zaman anlam veremedim.Böylesi güzel, böylesi hümanist bir dini nasıl buna alet ederler??? Camiden çıkıp insanları öldürmeye gitmek nasıl bir insanın ruh halidir ?? Cahillik böyle bişeymidir??? Nedir ki bu??? İnsanlıkla alakası varmıdır??
Orada öldürülen insanların dini inançları, ateist olup olmaması ya da mezhebi beni hiç ilgilendirmiyor.
Yattıkları yerde huzurlu olsunlar.
Ve vicdan, varsa eğer, bazılarının yakasını bırakmasın.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Bugünlerde Ben


Günler hızlı hızlı geçip gidiveriyor.

Doğa bu aralar babanne ve dedeyle beraber ve yine bu aralar acayip dillendi.Hem espri yapıyor hem büyük insan pozlarında, bazen düşünüyorum içine bişeymi kaçtı diye.O derece yani :)

Geçen haftasonu halamız geldi oh keyfimiz yerindeydi.Benimde tabii;)

Herkes tatile inat bir çalışıyor bir çalışıyor numuneleri üst üste koysam kocaman bir kule olur.Son vites bitirmeye çalışıyoruz.

Spora devam Rapor veriyorum; diyette sanırım 1,5 ay sona erdi toplamda 5 kilo verdim.Yaşasın.Durmak yok yola devam...

Oda arkadaşım haftaya izne çıkıyor 2 hafta yok:( Eski yalnız günlerime azcık dönüş yapacağım sanırım.

2hafta sonrada yani o geldiğindede ben gitmiş olacağım.Dolayısıyla toplamda 1 ay birbirimizi görmeyeceğiz.

Bu sene Temmuz ayını takvimlerden silmişim.Ha bire Ağustosta olduğumuzu düşünerek öyle konuşuyorum tarihe öyle bakıp ayarlamaları öyle yapıyorum hatta bir arkadaşımın doğum gününü bile kutladım sırf Ağustosta olduğumuzu düşünüp.Sanırım sıcak yaramıyor :P

Google reader şu an itibariyle 200 gösteriyor.Hepsini tek tek okuyasım var hep başlıyorum bir yerden sonra bişey çıkıyor kalıyor ben geri dönebildiğimde okuyup bitirdiklerim yine yazmış oluyorki bir türlü belli bir yerin altına geçemedim.(uzun cümle oldu )Sırf bu yüzden bazen yorum bırakamıyorum çünkü ben okuyup yorum yazana kadar zaten 2-3 gün geçmiş oluyor.Ama herkesten bir şekilde haberdarım.

Tatile gideyim istiyorum hemde şimdi evet evet hemen şimdi.

"Yolda" dinliyorum.Gerçi daha öncede söylemiştim ama herkese tavsiye ederim çok tatlılar :)


Herkese sevgiler...



25 Haziran 2009 Perşembe

On Küçük Zenci

On küçük zenci yemeğe gitti,
Birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz.
Dokuz küçük zenci geç yattı,
Sabah biri uyanmadı. Kaldı sekiz.
Sekiz küçük zenci Devon'u gezdi
Biri geri dönmedi. Kaldı yedi.
Yedi küçük zenci odun yardı,
Biri baltayı kendine vurdu. Kaldı altı.
Altı küçük zenci bal aradı,
Birini arı soktu. Kaldı beş.
Beş küçük zenci mahkemeye gitti,
Biri idama mahkum oldu. Kaldı dört.
Dört küçük zenci yüzmeye gitti,
Birini Balık yuttu. Kaldı üç.
Üç küçük zenci ormana gitti,
Birini ayı kaptı. Kaldı iki.
İki küçük zenci güneşte oturdu,
Birini güneş çarptı. Kaldı bir zenci.
Bir küçük zenci yapayalnız kaldı.
Gidip kendini astı. Kimse kalmadı


Dün başladım bu sabah bitti. :). İnanılmaz sürükleyici bir roman.
10 birbirini tanımayan ancak herbiri geçmişde bir cinayet işlemiş ancak hiçbiri yasal olarak suçlanamamış kişi.Ev sahibinin olmadığı Zenci Adasında ortak bir oyunla buluşturulur ve sonrasında herbiri yukardaki tekerlemeye bağlı kalarak teker teker öldürülür.
Acaba ev sahibi kimdir ,gerçekten adada sadece on kişimi vardır,bu ölümler herkesin gözü önünde ve kimse farketmeden nasıl olmaktadır.
Bu aralar takılmış bir şekilde A.Chrıstıe okuyorum ancak bu içlerinde okuduklarımın en iyisiydi diyebilirim.Bu tarzı seviyorsanız mutlaka okuyun derim.

22 Haziran 2009 Pazartesi

İstanbul-2

Cumartesi sabah 7.30 da Haydarpaşa' dan "günaydın" dedik İstanbul'a.Sonrasında Acıbadem'de kocaman sevgiyle kurulmuş bir kahvaltı sofrasında, kah eskiyi yad ettik, kah memleketi kurtardık kocaman ailemizle.
Sonra ver elini Kadıköy(yuvaya dönüş :) ) .....
Ve Beşiktaş... ve elbette Ortaköy.Tek tek gezdik tüm Ortaköy pazarını herbiri birbirinden güzel tüm standları.Cam standında takıldık kaldık bir süre, sonra karnımızı doyurduk denize karşı :)
Biz Ankaralıların suya acayip bir zaafı var o iyice kesinleşti :) .Kurak memleket olunca buralar, gördüğümüz her suya dalar gideriz biz.Dolayısıyla vapurda, sahilde, denizi görebildiğimiz her yerde dalıp gittik yine suya :)
Eve dönüşten sonra koşturmacalı bir nişan telaşı başladı bizde.Ev kalabalık olunca banyoyu ilk kapan kullandı kızlar ayna bulmakda zorlandı.Yatak odasında makyaj malzemelerinden kocaman bir yığın oluştu.Kim işine ne geldiyse seçti aldı.Herkes hazır olduğunda tek bir eksik vardı.En küçük dayımız.Kendisi bize bir kadın ve bir erkeğin herhangi bir yere giderken nasılda farklı sürelerde hazırlanabildiğin 10 dakikada hazırlanarak ispatladı saolsun :)
Bundan sonrasında hepimiz kocaman bir servis aracına dolup düştük yollara.
Yola çıktığımızda "yol uzun bakın isteyen uyuyup enerji depolasın" diyen Bekir abiye gülmememiz gerektiğini aslında hakikatlerden bahsettiğini anlamamız tüm Ankaralılar için şok oldu.Zira Acıbademden Büyükçekmeceye gitmek gerçekten şehirlerarası bir yolculuk gibiydi.Kimseler Büyükçekmece İstanbulda demesin külliyen yalan orası ayrı bir şehir bana kalırsa. bir saat yirmi dakkikada nerelere gider insan yahu...
Neyseki nişan süperdi.Kocaman ailemizle hep beraber resim çektirirken gözlerimiz herhangi bir sebeple yanımızda olmayanları aradı elbette.
Bir ara dedemi yad ettik olsaydı da keşke yüzükleri takarken yine en az yarım saat konuşsaydı.Bizim düğünde şöyle yapmıştı şunun düğünde böyle oynamıştı diye.Neyseki oğlumuz dedemizi aratmadı.Kızımızla beraber öyle güzel harmandalı oynadılarki sanırım birçoğumuz ağlamakla ağlamamak arasında gitti geldi.Ömürleri boyunca mutlu olsunlar umarım :)


Gecenin sonunda dönüş yolunda eski dostlar yad edildi,mayadağ'dan kalkan kazlar sevildi kalkmayanlara kızıldı,İstanbul'un meyhaneleri tek tek dolaşıldı.....

Gecenin iki buçuğunda içilen çayın tadı gerçekten hiçbirşeyde yoktu.Herkes koyun koyuna yanyana yattı.Gönüllerin sığdığı yere bedenler elbette sığardı çünkü.


Ve ertesi gün yine vapur, yine boğaz bu sefer Eminönü...
Mısır çarşısı,Eminönü pazarları,köprü altı,balık-ekmek,Galata kulesi,Taksim,Cezayir sokağı,Ara Cafe,Tünel .......
İstanbul yine kocamandı,yine kalabalıktı,yine güzeldi,yine hayatın her türlü şeyini gösteriyordu bizlere.
Bir anda denizden çıkarılmış poşete konmuş bir cenaze görebilirken, iki sokak ötesinde daha önce hiç duymadığım şarkılar söylüyordu bir grup ,etrafında toplanmış kalabalığa."Beni vapura almazsanız keserim bak kendimi" diye bağırırken bir çocuk, biraz ötesinde bir baba kız martıları toplamış simit atıyorlardı onlara.Her renk vardı.Her güzellik her çirkinlik.
İstanbul kocamandı.Rengarenkdi.



19 Haziran 2009 Cuma

İstanbul ah İstanbul



Yarın sabah "günaydın İstanbul" diyebilmek ümidi ile bu gece yollara düşeceğiz.

Pazartesi görüşmek üzere.

Herkese iyi hafta sonları

17 Haziran 2009 Çarşamba

Bir Kalp Kırıldığında


bir oyun oynayalım mı

herkes açsın kalbini

oyun oynayalım mı
bir oyun oynayalım mı

herkes söylesin adını

oyun oynayalım mı
her kalp bir büyük dünya ve

bir kalp kırıldığında

hayata dair ne varsa üzerinde

o dünyanın başlar yok olmaya
bir kalp kırıldığında

denizler kurur toprak küser denge kalmaz o dünyada
her kalp kırıldığında

bir yerlerde yolculuk başlar mavi renkten siyahlığa

her bir kalp kırıldığında
bir oyun oynayalım mı

çocuklar gibi beraber oyun oynayalım mı
bir oyun oynayalım mı

kırmayalım birbirimizi oyun oynayalım mı
her kalp ayrı bir dünya

ve bir parça kristal aynı zamanda

bir de bilmeyerek değil ama bilerek kırılmışsa

artık acı da duymaz başlar yokolmaya


aslında her ne kadar beni en çok etkileyen şarkısı şu olsada bugün kesinlikle tamda yukarda söylediği gibiyim.

Keyfim yok...

11 Haziran 2009 Perşembe

Şahit(Kelime Oyunları-Yalan)



"Bismillah" dedi kapıyı çekerken Davut ve yerleşti koltuğuna.Bugünde sabahın alacakaranlığında başlıyordu işte.Ankaranın dik dimdik bir yokuşundan vitesi boşa almış inerken, sıcacık simitle çayın hayalini kurdu.Önünden geçerken bir simitçinin, yanaştı "7 tane ver" dedi hızlıca.Gazete kağıdına sarılmış simitleri yan koltuğa koyunca arabanın içinidolduran o mis gibi bir kokuyu derin derin içine çekti.
Yarım saat sonra o güzel çıtır simitleri İbrahim'in erkenden demlediği çayla midesine indirirken "Ankara simidi hemşerim" dedi yerini" hiçbir şehrin simidi tutmaz."

Tam son lokmasını atarken ağzına "Davuuut" diye seslendi Abdullah."Hanımeli sokak 24 numara."

Boğuk bir "tamam" çıktı ağzından.Yutkundu çayını sonuna kadar içti ve hızla çıktı duraktan.
24 numaralı apartmanın önüne geldiğinde siyah küçük çantasından başka hiçbir yükü olmayan orta yaşın az üstünde bir bayan apartmanın önünde öylece duruyordu.Yanaşan taksiye bindi ve "devam edelim lütfen" dedi.Aynadan kadına bakan Davut hemen anladı ki bir süre öylece gideceklerdi.Hareket etti.Akan yollarda gerçektende bir süre öylece gittiler.Tam artık sorayım diye düşünürken Davut ,dikiz aynasından baktığı kadında takıldı kaldı bir an."Hay Allah" diye geçirdi içinden.Kadın ağlıyordu.Alışıktı ya böyle şeylere, hemen bir peçete çekti yan tarafından, sessizce uzattı arkaya.Ve yine sessizce aldı kadın, gözlerini, burnunu sildi."Yeter artık" dedi "artık yeter, bıktım yalanlardan, sadece gerçekleri duymak istiyorum ama duymaya cesaretim varmı onu da bilmiyorum.Gitmeye olup olmadığını bilmediğim gibi" dedi.Cevap vermedi Davut, cevap istenmediğini biliyordu zaten.Uzun süre dinledi ve bu tek taraflı konuşmadan sonra kadını yine aldığı yere Hanımeli sokak 24 numaranın önünde bıraktı.
Tam durağa çevirmiştiki direksiyonu kuaförden çıkan iki kadın çevirdi yolunu.Bindiler bir tanesi elindekileri bıraktı yan tarafına ve başladı anlatmaya."Amaaan iyi oldu,bir yalnız kalamıyoruz canım heryere geliyor bizle."
"Gelsin canım ne olacak" dedi diğer kadın.
"Oldu ,kuyruğumuz olsun bari, hiç içim ısınmadı bak söylüyorum ben.Bilirsin tutarda söylediklerim"
"İyide ayıp oldu" dedi diğer kadın
"Boşveeerr uydururuz bişeyler" derken telefonu çaldı.
"Alo, ha hayatım senmisin bende tam seni arıyordum .Çok acil çıkmamız gerektide sana haber veremedik kusura bakma.Artık başka zamanda o dediğin yere gideriz.Çocukların okuluna gidiyorum ben aradılar.Valla çok da üzüldüm.Tamda onu diyordum Sevgiye.Napalım kusura bakma canım benim çok üzüldüm.Öptüm byeeee"
Az ilerde indiler biri söylenerek diğeri dinleyerek girdiler restorana.

O gün şanslıydı Davut oradan çıkmadan bir adam el kaldırdı.Telaşla bindi arabaya adresi söyledi.Bir taraftanda cep telefonundan hızlı hızlı birilerini aradı.
Önce kızgın ve meraklı bir sesle "nasıl?? hallettiniz mi?,tamam aferin"diyerek kapattı ve sonra aradığı numarada daha yumuşak daha itaatkar bir sesle
"Evet efendim sormayın bir saattir ordayım neler çektim ,adamlarla cebelleştim ama oldu sonunda,işi hallettim " dedi.İndiğinde başkasının başarısı sayesinde duyduğu aferinden aldığı haz yüzünden okunuyordu.

Gün içinde kimi annesine yalan söyledi okuldayım diye.Kimi karısına, kimi arkadaşına,kimi kimbilir kimlere....
Hepsini sessizce dinledi ortak oldu Davut.
Şu karmaşada, farkettirmeden akıp giden gün boyu, bir çok yalana tanık oldu.Öyleydi işte kimi küçük, kimi büyük, kimi beyaz, kimi geceden kara bir sürü yalan dolaşıyordu ortalıkta ve belkide hiçbiri sahiplenilmiyordu söylenenler tarafından.Oysa herkesin bir yalanı ,bir aldatmacası vardı mutlak ve o şahitti hepsine.Akşam olup da eve kırdığında direksiyonu aklında günün yorgunluğunun yanında, yüreğinde gün boyu ortak olduğu şeylerin sıkıntısıda vardı.




*Bu hikaye "Öykü Atölyesi'nin" Kelime oyunları için yazılmıştır.Fotoğraf burdan

10 Haziran 2009 Çarşamba

7


Anne:Doğacım biliyormusun yarın(dün) bizim evlilik yıldönümümüz :)
Doğa: ............. Neeeeeeee!!!! Siz daha evlenmediniz mi ?

...

4 Haziran 2009 Perşembe

Eller


"Kadının yüzü değil elleri belli eder yaşadıklarının toplamını" diyor aniden karşıma çıkıveren bir cümle.Doğrumu ki... ellerime bakıyorum hemen.Ardından annemi düşünüyorum.Ne tuhaf elleri uzun zamandır belkide ananneme benzettiğim tek yeri.Ne gözleri, ne yüzü, ne kokusu değil.. sadece elleri.

Durup düşünüyorum, uzun uzun, yıllar evvel, annem ben yaşlardayken ve ben henüz 20li yılların başındayken yaptığım kıyaslamaları....

Bazen kendimi ayna başında yakalıyorum.Saçımı tararken,dişimi fırçalarken ya da sadece önünden geçerken bazen, öylece kalıverişimi.

Dipten dipden varlıklarını tüm haşmetiyle gösteren beyaz saçlarımı,eskiden sadece makyajına baktığım ama uzun zamandır makyaj yapmadığım halde durup dururken incelediğim gözlerimi,dudaklarımı,yanaklarımı.

Giderek anneme benziyorum.Eskiden onda kızdığım ne varsa yapıyor, bazen kendimi ben olsam asla yapmam dediğim şeyleri yaparken yakalıyorum.

Zaman garip bir şekilde alıyor bizi kucağına.Eğer dişli bir çarksa dönüp duran ve herkes sırayla birbirinin yerini alıyorsa birden bire annemin yerini aldığımı farkediyorum.

Ve sıramı kızıma verdiğimi.

Garip bir şekilde mutluluk ve hüzün doluveriyor kalbimden içeri.Mutluluk kendimle ,sanırım hüzün ise kaybedilenle ilgili.

Birgün diyorum ellerime baktığımda üstünde çiller görürsem ve ne olursa olsun pamuk gibiyse hala ,anla ki bir basamak daha atlamış olacaksın.

Sonra kafamı kaldırıp bakıyorum dışarı bir uçak alabiliğine hızlı gidiyor bir yerlere ve bulutlar hızla koşuşturup duruyorlar sanki geç kaldıkları bir yere.

3 Haziran 2009 Çarşamba

Beyin

Bundan yaklaşık 10-12 sene evvel rahmetli anannemde zaman zaman unutkanlık,başdönmesi kendini kaybetme gibi belirtiler ortaya çıkmaya başlamışdı.Durup dururken düşüyor bazen kimseleri tanıyamıyordu.Birkaç doktor yaşlılık ve tansiyon nedeniyle olduğunu söyleyip bazı ilaçlar vermişti.Zavallı kadıncağız tüm ilaçları kullanmasına rağmen bir türlü kendini toparlayamamıştı.Yine birgün odadan banyoya giderken yere düşüyor ve kendini kaybediyor dayım ve yengem tarafından hastaneye kaldırılıyordu.Tüm tetkikler yapıldıktan sonra doktor beyninde tümör olduğu ve eğer alınmazsa tümörün uyguladığı basıya en fazla 1 hafta daha dayanabileceğini ve sonrasında da onu kaybedeceğimizi söyledi.

Tek kurtuluş ameliyattı ve yaşı nedeniyle karar anneme ve dayıma bırakıldı.Annem ve dayım uzun uzun düşünüp bu tek şansı kullanmaya karar verdiler çünkü bir hafta boyunca onun hiçbirşey yapılmadan bitişini izleyemeceklerdi.

Anannem ameliyat edildi ve incelenmesi için beyninden çıkan irili ufaklı bir kavanoz dolusu ur elimize teslim edildi.Görüntü gerçekten çok ürkütücüydü.

Sonrasında anannem oldukça hızlı ve hiç kendisinden beklenmeyecek hızla kendini toparladı.Hızla ayaklandı,banyoya tuvalete kendi gidebilir oldu,namazını kılıyor,gelen giden herkesi tanıyor,yemeğini kendi yiyebiliyordu.Bayılmaları,unutkanlığı ve diğer tüm şeyler ortadan yokolmuştu.
Ancak tek sorun vardı.Anannem Türkçeyi unutmuştu.
Anannem küçük bir çocukken kafkaslardan Türkiyeye geliyor.Ana dili Çekezce ve Türkçeyi neredeyse 15-16 yaşlarında öğreniyor.
Doktoruna bu durumu soruyoruz verdiği cevap beynin ana dili ve sonrasında öğrenilen diğer dilleri farklı merkezlere kaydettiği ve ameliyat sırasında bu merkezin geçici bir süreliğine hasar görmüş olabileceği oluyor.Gerçektende anannem ameliyatı takip eden bir yıl içinde tekrar Türkçeyi hatırlıyor ve konuşmaya başlıyor.

Beyin enteresan bir organ.Depolama, algılama, farkına varmadan diğer organları uyarma hareketlendirme ve şu anda sayamayacağım bir sürü görevi yerine getiriyor.

Bunu yazmak şu haberi okuyunca aklıma geldi.

Bu aralar NTV Bilim dergisine sarmış durumdayım.Hiç okudunuz mu bilmiyorum ama öyle net ve anlaşılır yazıyorlar ki herkes için anlaşılır dilde.Bu derginin okuyucularına verdiği birde İnsan Beyni adında belgesel cdleri var.Her ay bir sonrakini merakla ve heyecanla beklediğim.Bu belgeselde insan beyninin mükemmelliğini anlatıyor.
Kesinlikle tavsiye ederim.
Sevgilerimle.


1 Haziran 2009 Pazartesi

2

Uzun zamandır devam eden yalnızlığım sonunda son buldu.Geçen hafta uzun süredir yalnız çalıştığım odama (ki geçen akşam düşündüm bir önceki iş yerimdede odamda tekdim, yani toplam 6 yıldır falan) çok cici bir oda arkadaşı geldi.
Ona zorluklar çıkararak bir başka birimden buraya gönderen o çok kıymetli bayana teşekkürü borç bilirim :)
Yaşasın ki artık iki lafın belini kırabilecek,birlikte oturup bir bardak çay&kahve içebilecek bir oda arkadaşım oldu :)

28 Mayıs 2009 Perşembe

Siyahla &Sarı Alemin Kralı :))



Bu sabah kahvaltıyı sevgili dostumuz, benim en kahramanım olan Arı Berry ile yapınca birazcık hakkında konuşmak istedim :)


Berry yeni mezun olmuş bir işci arıdır.Artık önünde sadece seçmesi gereken işi durmaktadır.Ancak sorun şudur ki Berry tüm hayatını tek bir işle geçirmek istememektedir.Onun yerine kovanın dışına çıkmak ve dünyayı tanımak


ve tüm kovanın gözdesi olan polen gücüne katılmaktır.Bu gün şans eseri polen gücüyle kovan dışına çıkma fırsatı bulur ve rastlantı eseri güzeller güzeli Vanessa ile tanışır.Berry Vanessa ile konuşarak arıların en önemli kuralını bozar.Devam eden arkadaşlıklarında Berry insanların arıların ballarını aldıklarını ve sattıklarını öğrenir ve insanoğluna dava açar.
Ve davasında haklı bulunur.Ancak sorun şudur ki insanlar ballarını almayınca stoklardaki ballar tüm arılara uzun süre yeteceğinden artık hiçbir arı çalışmamakta ve bal yapmamaktadır.Bu durum arılar ve insanlar için iyimidir kötümüdür?Acaba gerçekten arılar çalışmazsa insanlık yokolurmu.?
Arı Filmi aslında çocuklar için hazırlanmış bir film olmasına rağmen benim en favori filmlerimden:)
Zira Berryle tanışıp onu sevmemek mümkün değil.Esprili,azimli,akıllı,neşeli bu arı sizde arılara karşı acayip bir sempati bile geliştirebilir.Hatta sonrasında Doğa gibi gerçek arıları gördüğünüzde Berry ile kıyaslamaya başlarsınız :)
Arıların hayatlarındaki güzellikleri,ekip işine yatkınlıklarını ve çalışkanlıklarını görür onlara imrenebilirsiniz bile :)

Kimbilir belki Berry benim olduğu gibi sizinde kahramanınız haline gelebilir :)