30 Ocak 2008 Çarşamba

Lades

Eve vardığımızda müthiş bir koku karşıladı bizi kapıda ev ahalisinin ekstrası olarak dün akşam:)

Yüzüme yayılan kocaman gülümsememle "anne ne pişirdin" dedim."Bilemem ne pişirmişim" dedi annem her zamanki gibi ,"git fırına bak".Koşar adımlarla gidip fırına baktığımda başıma geleceklerden habersiz mutluluğum daha bir arttı.

Sonra annem "hadi" dedi "hızlanın hemen yemek yiyip çıkalım geç kalacağız.Kızın yemek vakti uyku vakti şaşıyor sonra."Bazen, yok yok herzaman ,bunları bizden daha fazla düşündüğü kesin.Apartopar oturduk masaya.Ahmet ben çorba içmem diyince asıl yemeğe terfi etti. Bizse klasik sıralamayla başladık ve devam ettik.

Sonunda herkes sofradan kalktığında bir ben birde o kaldık.Ben yemeğimi bitirmiş, ekmek kırıntılarını kemçinerek yerken birden lades kemiğini uzattı bana."Hadi"" dedi varmısın".Önce "amaaan boşver ben zaten hep unuturum" diyecek oldum sonra vazgeçtim."Hadi "dedim "varım ama mızımak yok."
Sonrasında topladık sofrayı düştük yola bütün akşam boyunca ben ona çay verdim o bana ıslak mendil, kimse hatırlamadı lades tutuştuğumuzu şimdi düşünüyorum da, taa ki ben hatırlayıp da ona da hatırlatana kadar.
Çantayı elinden alırken "aklımda" dedim ve 10 dakika sonra paltosunu elime tutuşturduğunda sessizce "lades" dedi kedibey.
"Ladesim lades olsun mu? (olsun) almayan Shrek olsunmu :))) olsuuuunn (amaaann hep olduğumuz şey zaten:) )

Not:Şaka şaka söz verdik,hesabımız neyse öderiz dimi..

29 Ocak 2008 Salı

Son Durumlar

Cumartesi gecesi elimde cumadan çıplak ayaklı kontesin çantama sokuşturduğu ve "cd ler karışmış olabilir ama mutlaka biri birinin içindedir" dediği filmlerle kedibeyin yanına gittim.Hadi dedim bir film izleyelim.Kısa bir süre sen seç yok yok sen seç karasızlığından sonra kura çekmeye karar verdik.Aslında filmlerden biri ertesi akşam televizyonda oynayacak olan "son tren" olduğundan onu kuraya almasak mı diyede düşündük ama ertesi akşam ne durumda olacağımız belli olmadığından vazgeçtik ve o da girdi kuraya.Uzatmayım efendim kuradan "Şıpsevdi" çıktı."Zaten komik bir film demişti Ç.A.K" dedim kedibeye "biraz keyifli zaman geçiririz.İzleyelim bakalım."Filmi koyduk.Allahım film hiç komik değil.Hatta üzücü, hatta romantik.Bir merak izledik filmi yarısında ayıktım demek isterdim ama olmadı:) Kedibey "ya başka cd karışmış olmasın bu filmin ne alakası var şıpsevdilikle yaa" diye isyan edince uyanabildim ancak.Yaptığım araştırmalar şunu gösterdiki "Şıpsevdi" değil "No reservation-Aşk Tarifi" ni izlemişiz. Şaşkınmıyım???

En sevdiğim siyah kazağım işgüzarlığım sebebiyle artık siyah değil daha doğrusu kolunda muhtelif sayıda çamaşır suyu lekesi var.Doğanın eşyalarını odasına taşırken çamaşır suyu şişesinide banyoya götüreyim dedim kolumun altına sıkıştırıverdim.Üzgünüm:((

Bazı denemeler yapmam lazım.Aslında bunları yapmayı kendi adıma olup olmadığını yapıp yapamadığımı görebilmek adına yapacağım.Ama yaptıklarım, bana tek bir şey göstermek için beni günlerce sallayan bir arkadaşımın tamda armut piş ağzıma düş olacağı bir duruma koyacak.Yani ben kendimi test edeceğim ama o hiçbirşey yapmadan hemde hiç yardımcı olmadığı birini sayesinde başarmış olacak.Canım yapmak istemiyor.kötümüyüm??

Her sabah saat sekizdeki servise yetişebilmek için 7.30 da evden çıkıyoru(z)m.Karda yağmurda çamurda servise yetişebilmek için nefese nefese yarım saat yürüyoru(z)m.Ve bazen ilginç bir şekilde kıl payı kaçırmaktan kurtuluyoru(z)m.ve servise bindiğimde kıpkırmızı bir suratla otururken hep şunu düşünüyorum servis bir eziyet mi yoksa rahatlık mı? Bu işi ele almam lazım.Haksızmıyım??

24 Ocak 2008 Perşembe

Kelime Oyunları-Çocuk

"Aman" dedi "ne zor senin işinde, bütün gün çoluk çocuk nasıl kafan şişmiyor."Çok saçma bişey duymuş gibi baktı anlamsızca "nasıl yani" dedi."Onlar benim hayatım."Onlarsız hayatta nefes alamazdım ben."
"Onlar benim dünyam" dedi sonra."Sabahları neşesizde olsam, keyifsizde gözlerindeki o heyecanı, o öğrenme isteğini görünce tüm bıkkınlığım, yorgunluğum, hastalıklarım kaybolup gidiyor" dedi.
"Mesela bak, şu Ahmet, prematüre bir bebekmiş biliyormusun. 6 aylık doğmuş doktorlar küvezde çok kaldığı için gözleri göremeyebilir demiş annesine babasına ve diğer çocuklarla arayı kapatması için çok iyi bakmanız gerekir gibi bir sürü şey söylemişler. Bugün sınıfın en iyisi, en hazır cevabı ve en meraklısı. Bazen ona yetişmek için kendimce özel şeylere çalışıyorum çünkü ne zaman ne soracağı belli olmuyor ve cevap veremezsem hayal kırıklığına uğrar gibi geliyor.Onu üzmek o hayal kırıklığını gözlerinde görmek istemem.
Bak mesela, bu Eylül, nasıl duygusal, nasıl kırılgan. İlk geldiği gün ne çok ağlamıştı annesinden ayrılmamak için.Oturdum yanına okuldaki annesinin ben olacağımı, ne isterse beraber yapabileceğimizi söylediğimde, gözlerindeki o güveni görmek benim için dünyalara bedeldi.Şimdi ne olsa koşar gelir konuşur hallederiz beraber.
Bak buda Zehra, annesi ölmüş doğumda.Saçlarını kestirmek benim görevim.Şaşırma öyle ne var ki onlar benim çocuklarım.Evde böyle ilgilenecek kimsesi yok.Bazen çıkarız burdan beraber gideriz kuaföre.Ne isterse söyler.Başlarda oda garipsemişti ama şimdi biraz biraz alıştı sanki.
Bak bu tombikde benim Hasanım, birazcık tobul olduğundan tenefüslerde koşturdukça terler gelir yanıma, napayım sokuştururum selpakları, hastamı olsun yavrum.Elma yanaklım:))
Bak buda Efkan .Okuldan sonra boyacılık yapıyor.Elimden geleni yapıyorum onun için ve kardeşleri için .O ve onun gibi okumak isteyen ama okuyamayan çocuklarda bizim geleceğimiz unutmamalıyız göz ardı etmemeliyiz" dedi.
Böyle devam etti gitti anlatmaya.....
Sonunda ise şöyle dedi "çocuk bir yansımadır aslında, ne verirsen onu görürsün dönüp baktığında.Ben elimden gelenin en iyisini yapmak isterim onlar için."
Hayatını adamıştı çocuklarına.. onlar kadar saf ,onlar kadar temiz, onlar kadar çocuktu.

22 Ocak 2008 Salı

Yaparım canımmm ben bunlardan yorulmam (!)

Sevgili Sem ve Sevgili Periciğim sobelemiş beni
efenim konumuz yapmamız gereken fakat sürekli ertelediğimiz basit işler

1)Oda berbat bir paspas atsam iyi olacak.Ama ne zaman??(fareler türemeden önce olsa iyi olur)

2)Kocaman bir beginer's guide var okunup, türkçeleştirilip, anlanması gereken ne zaman okusam??(hemen gideyim önce bastırayım bari öfff o da ayrı madde ya )


3)Dondinin küçülenleri ayrıldı, paketlendi, annemlere götürmek lazım Ne vakit götürsek??(Sırtımda taşıyacağım da ondan zor geliyor yanlış anlaşılmasın;) )

4)H.Hocamın doğum günü hediyesi alınacak.(Şehre inilen ilk vakitte inşallah yarabbimmmm)

5)Mutfak dolaplarını temizlemeli.İyice karıştı.(Geçen hafta sonu perdeler camlar derken geçti vaktim olmadı canııımmmm)

6)Kedibeyin paltosu alınacak(Arabayla gelmeli en yakın alışveriş merkezleri gezilmeli.Kış bitti ayol)

7)Cep telefonundaki resimler laptopdaki dosyalarına aktarılacak, isimlendirilecek ,tasnif edilecek(Bir gecede ansızın yapabilirim.Dodi uyumadan zor vallahi)

Ayyy yoruldum neyse yaparım herhalde bir ara....

21 Ocak 2008 Pazartesi

Kelime Oyunları-Evlilik

Nedir evlilik??
Sevgidir.....
Nasıl başlarsa başlasın birliktelik.İster görücü usulu olsun, ister arkadaşlıktan geçilsin evliliğe,ister internetten tanışsın insanlar aşk hep vardır başlarda daha yoğun.Hep olmalıdır da aslında miktarı artar azalır zaman zaman ama asılolan sevgidir evlilikte.Koşulsuz,sonsuz,karşılıksız sevebilmelidir insan.Ne olursa olsun,nasıl olursa,nasıl görünürse görünsün karşısındaki sevginin azalmamasıdır.
Saygıdır....
Belkiden sevgiden daha önemli olarak .Çünkü saygı kaybolursa sevgi pekde işe yaramaz olur.Kızsanda,olmayacak şeyler olsada,kavga etsende,farklı düşünsende saymaktır birbirini.Bir insan olarak değer vermektir saygı.Farklılıkları kabul edebilmektir,özgür bırakabilmektir düşünceleri.
Arkadaşlıktır...
Nasıl yani demeyin hemen.Elbette farklı zevklerin olsa da beraber paylaşacak şeyler bulabilmek,saatlerce konuşabilmektir evlilik.Herşey hakkında..Gençlik heyecanları, çoluklar çocuklar geçip gidince insanın hayatından ortak noktalar yakalamak adına gereklidir çünkü..
Huzurdur,Güvendir...
Çok zorda,yorucuda geçse günün- gecen,hayatının bir kısmı ,onunla beraber iken huzuru bulmaktır.Ellerini tuttuğunda hissettiğin güvendir.Kalbini,aklını hiçbirşey saklamadan açmaktır...
Son lokmayı yememektir ...
Paylaşmaktır evlilik iyiyi,güzeli değil yalnızca.Kötüyü de zoru da..Kaçıp gitmemektir.Bencillik etmemektir.Beraber üstesinden gelmektir ya da bunun için çalışmak daha çok kenetlenmektir.

Kısacası bence evlilik Sezen'in şarkısındaki gibi "öteki olabilmeyi,yerine koyabilmeyi bazen de geri de durabilmeyi öğrenmektir"
Bence tabi...

17 Ocak 2008 Perşembe

Hayal Kırıklığı ve Muz kabuğu..

"Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa, orda güneş batıyor demektir."demiş çinli birisi...
Umudumu kaybettim:(
Oysa öyle başlamamıştı hikayem.Bir zevkle şevkle hem kendim öğrenecektim hemde öğretecektim.Öğrendimde....
Öyle başarılı bir öğretmenim var ki sıkıştırılmış bir programla bana sırf arkadaşlığımızın hatrına dışardan kocaman paralar ödeyerek alabileceğim eğitimi keyifle şevkle aşkla öğretti,anlattı.
Ve dün aklımdan geçen herşey bir anda yerle bir oldu.
İçi dolu olsun istemiştim.Madem yapacağım iyisini yapayım istemiştim.Herkesinde böyle isteyeceğini düşünmüştüm.Ama olmadı.İnsanlar için önemli olanın aslında bilim değil film olduğunu öğrendim bir kez daha ve bir kez daha kırıldı tüm heveslerim.
Napalım benim bileziğim kolumda.Üzgünüm onlar için ve gölgeleriyle daha fazla işim olmaz çünkü canımı sıkmak istemiyorum....

9 Ocak 2008 Çarşamba

Anne

Elif Şafak Siyah Süt bitti. .Kitabın arka kapağında şöyle yazmış Elif Şafak.."Bu kitap okunup unutulmak için yazıldı. Tıpkı suya yazı yazar gibi".Yeni bir kitaba bile başladım ama ben unutamadım.Aslında yeni kitabımı okurken bile hala onu düşünüyorum.
Bu kadar iç sesle mücadele eden bu loğusa kadını.Hesaplaşmalarını,yaşadığı sıkıntıları ve sonunda ulaştığı o muazzam dinginliği.
Onu eve ilk getirdiğimizde hissettiğim tek bir duygu yoktu aslında.Yorgun,kızgın,şaşkın,korkak ve tamamen bunların karışımıydım gerçektende.Ama kızgınlık ve kırgınlık biraz daha ön plandaydı sanki.Herkese kızabiliyor her şeye kırılabiliyordum.
Aslında plansız değildi.İsteyerek hemde çok isteyerek olmuştu bu kuzu.Ve yaşadığım 9 ay boyunca kendimi dahada çok hazırladığımdan çok emindim.Herşeye...
Ama birden bir yıkım oldu.Korkuyordum.Evet şimdi durup düşününce aslında korktuğumu biliyorum.Yapamamaktan korkuyordum.Başaramamaktan.O güne kadar tek bir balığa bile bakmamış,çiçeklere su vermeyi hep unutmuş sadece kendisine bakmış biri olarak ona bakamamaktan ,okuduğum onca şeye rağmen kendimi o kadar çok hazırlamış olmama rağmen ona doğru davranamamaktan başaramamaktan korkuyordum itiraf ediyorum.
Çevremdeki herkes sinirimi bozuyordu.Herkese ama herkese kızgındım.Benimle beraber doğum yapan arkadaşlarım öyle değil gibiydi sanki.Onlar süpper anne olmayı öğrenmişler gibi geliyordu 1-2 günde ve ben tökezlemiştim sanki.Bu işin geri dönüşüde yoktu kaçmasıda.
Yanlız kalmaya birileri olmadan onu beslemeye altını değiştirmeye uyutmaya korkuyordum.Uyanırsa diye korkuyordum.Evet gerçekten en büyük korkularımdan biri buydu.Evde yanlız kaldığımızda uyusun istiyordum hep, uyanması kabusum gibiydi.
Kıskanıyordum da onu nadide bir çiçek gibi,gözüm gibi,çok değerli bir kolye gibi.Kimselere veremiyordum da işin kötü yanı.Hem vermek istemek hem asla vermeyeceğini bilmek.
Geceleri kalkıp kaç kez nefesini dinledim.Kaç kez endişelendim durup dururken....
ve bütün bunlar ne zaman bitti bilmiyorum ama bir gün Loğusalık depresyonum beni terk etti gitti.
Artık geceleri lüzumsuz kalkmalar,durduk yere ağlamalar,olmadık yere insanlara kızmalar,korkmak hepsi yok oldu.Ve......güzel bir durgunluk hissi...
Yerini "o" nu kendimden çok sevdiğimi kendimede itiraf etme,uyurken "o" nu çok özleme,herşeyini ben yapabilirim duygusu ve mutluluğu aldı.Ben "o" nun annesiydim ve öyle davranmalıydım.
Bu gün biliyorum ki bu dertlerle boğuşan ne ilk anneyim ben ne de son olacağım.Geriye kalp kırgınlıkları, yorgunluklar kalmasaydı keşke.Ama keşkelerin de faydası yok biliyorum.Sadece düzeltmeye çalışıyorum anneme,kedibeye yaptığım kaprislerin izlerini.
Onu kucağıma verdikleri o anı ömrümün sonuna dek unutamam.Ağlamakla gülmek arası,dünyaya yeniden gelmişim hissi veren o duygu benim en kıymetli anım.
Bu gün "o" nu çok seviyorum,yaşadığı herşeyde yanında olacağımı da iyi kötü,korkmayacağımı da,yılmayacağımı da..Çünkü ben anneyim.

8 Ocak 2008 Salı

Karda zordur yürümek ;)

Evet arkadaşlar,
Kar sezonuna ait geleneksel düşmelerimin 2007-2008 kış sezonu açılışını dün akşam apartmanın önünde gerçekleştirmiş bulunmaktayım.Oysa herşey ne güzel başlamıştı.
İşten çıktığımda deli gibi kar yağıyordu.Hatta kar yağışı nedeniyle servise gelen herkes küçük bir kardan adam,kardan kadın,kardan çocuk figürü gibi görünüyordu gözüme.Eve kadar ara sıra kitabımı okuyup(Siyah süt bitti bu arada kaldırmaya fırsatım olmadı) ara sıra güzel güzel yağan karı seyrettim.Gerçekten çok güzel manzaralarda vardı.Servisten indim, laylaylom.... Apartmana abartmıyorum 4-5 adım kala bir amcanın yanından geçtim veeee hoooop yerdeyim.Amca döndü yardım edeyim bişeyiniz varmı diye.Ama ben klasik düşene gülerim ben edasıyla başladım gülmeye.Allahtan ağlanacak bir durum yokta gülebiliyorum.
Eve gittim anneme anlattım o da klasik düşene kızarım edasıyla(!) ben demiyormuyum dikkat et diye,ben bildiydim zaten içime doğmuştu,aklımdan geçiriyordum gibi biiiisürü şey sıraladı.Biz Dodikle pek eğlendik ama bu düşme muhabbetine hatta Doğa'ya konu oldu anlatıp anlatıp gülüyor:))
Ah ah bizde burda karda kışta düşerken(! :P ) Birilerinin 30 derece sıcaklıkta olmasıda ne hüzünlendirici.
PS:Aslında arkaya karda zordur yürümeeeeeek şarkısını fon yapmayı düşündüm ama kedibey şu anda burda yok.Aslında Güne bizden 6 saat önce başlayabileceği bir yerde bu nedenle o dönene kadar Funda Arar dan başka bişiycikler dinleyemeyeceğim galiba.İdare edin beni...

7 Ocak 2008 Pazartesi

Hayal kırıklığı ve hayranlık

Kim Ki Duk...ve Boş Ev...

Allahım tavsiye üzerine alınan ve izlenen bir ödüllü film bu kadar mı sıkar insanı.
Ne yalan söyleyeyim büyük ümitlerle başladım filme hatta konusuda başta çok ilginç gelmişti ama filmde o kadar az konuşma var ve müzikler o kadar sakinleştirici ki bir süre sonra gözlerimin ağır ağır kapanmasına engel olamadım.
Konu kısaca şöyle:Efenim bir tane evsiz genç kardeşimiz hergün sabahtan evlerin kapılarına tanıtım ilanları asıyor ve ilanın alınmadığı evlerin boş olduğunu anlayıp geceyi sanki kendi eviymişcesine orada geçiriyor.Bulaşık yıkıyor, evleri temizliyor ve yemek yapıyor gibi. Eve birileri gelincede hatıra fotoğrafını çekip kimselere görünmeden çıkıp başka ev arayışına giriyor.Sonra yine boş sanıp girdiği evlerden birinde rastladığı ve kocası tarafından şiddet gören genç bir bayanda katılıyor onun bu garip yaşantısına.Birbirlerine aşık olup tanımadıkları insanların evlerinde yaşamlarına devam ediyorlar.Sonra efenim kadının kocası bunları buluyor ve genç delikanlının hapis günleri başlıyor.Hapiste öylesine içsel bir yolculuk yapıyor ki aslolanın beden değil ruh olduğunu çözüyor ve film tam da orada bitiyor.Valla bu kadar sıkıntılı eleştiriden sonra izlemek isterseniz Yay ve Masum kız da bu filmin üçlemesi bilgi olarak vereyim dedim...

Süpper bir film Mr.Brooks...

Boş ev faciasından sonra kendime gelebilmek için yine tavsiye üzerine aldığım bir başka film Mr.Brooks.Film bittiğimde düşen çenemi kapatırken içimden şu geçmişti "vay be gerçekten eğlenceli"
Yok yok öyle psikopat katil falan değilim.Öyle öldürmekten zevk alacağımıda sanmam.Sadece filmin kurgusuna özelliklede sonunun o şekilde bitmesine bayıldım..
Filmin konusu kısaca şöyle:
Mr.Brooks yılın adamı seçilen bir fabrikatör.(Kutu fabrikası vardı galiba).Evli,zengin,mutlu ama içinden gelen ses ona öldürmesini söylüyor ve oda arkasında yıllardır tek delil bırakmadan parmak katili olarak öldürüyor.Süper teknolojik çalışma odasında her türlü imkanı var.Bi de tabi peşinde çok akıllı bir dedektif var ki Mr.Brooks ona ve zekasına hayran...
Film hakkında bu kadar ama Mr.Brooks ve iç sesinin arabadaki konuşmaları ve esprileri o kadar eğlenceli ki garip ama konu öldürmek olsada muhabbetleri ve tarzları insanın hoşuna gidiyor.

4 Ocak 2008 Cuma

Şanslı 2

Sevgili Sem "Sanşlı" yazısının yorumlarında nerden çıktı şimdi bu yazı? demiş.

Açıklayım efenim...

Çıktı... Çünkü.....

2002 yılı Kasım ayının bir pazartesi sabahı aynanın karşısında yüzüme boya badana yaparken tam olarak midemde kocaman bir ağrı vardı.

İkinci iş yerime başlayacak olmamdı bu koca sıkıntının sebebi.Yeni bir ortama girmek,yeni bir işe başlayacak olmak,sıfırdan bişeyleri oturtmaya çalışmak bende böyle bir etki yaratmıştı.
Aslında başlarda biraz zorda oldu alışmam.Çünkü organ nakli gibi zaten varolan bir olgunun içinde kendine yer edinmeye çalışıyorsun.Bazen sana hoş gelmeyen şeyler oluyor bazen sen onların hoşuna gitmeyen şeyler yapıyorsun.
Ama sonuçta orayı ve o arkadaşlarımı farklı kılan şu oldu.Dürüstlük,açıklık ve hoşgörü,yardımlaşma...
Bugün düşündüğümde
* E.Hocamla en gizli sırlarımızı konuşmayı özlüyorum
* Sarıyla karnımız ağrıyana dek gülmeyi yada elimize alet edavat alıp "Hooop yokmu bozuk cihazı olan tamir bakım isteyen" diye ortalarda dolaşmayı özlüyorum.Yeni şeyler öğrenmeyi ve bildiklerimi göstermeyi özlüyorum.
*Calimeroyla bebeler hakkında konuşmayı sabahın köründe yollara düşüp çarşı pazar dolaşmayı özlüyorum
*Paşanın annesiyle dergi karıştırmayı.Bir taraftan çalışıp bir taraftan sohbet etmeyi özlüyorum
*H.Hocamla kalbimizde çocukları serbest bırakmayı ben olabilmeyi istiyorum
*Hüzünler kraliçesiyle Kutsi şarkıları söylemeyi,ortak cihazda işte böyle çalışılır arkadaş diyebilmeyi ,akşam iş güç bitip herkesler evine gittikten sonra sadece ikimizin kaldığı akşamlardaki sohbetlerimizi özlüyorum.Odaya elinde kocaman mavi bir dosyayla girip ya burda dolduracağım bunu odamda sıkıldım demesini özlüyorum
*Yoğun ve sıkıcı geçen iş gününün sonunda kendimi Elke'nin rahat koltuklarına şöyyyle atmak ve sesimi kalınlaştırıp "kaçta çıkcaz Naaaazzzz" demeyi ve konuşmalarımızın bitmek bilmediği dolmuş maceralarımızı özlüyorum

Şimdi... Burdayım.Tek başıma kocaman bir odada ve yepyeni oyuncağımla.Cihaz kullanan her kimyagerin belkide kullanmak isteyebileceği bir cihazı kullanıyorum.Ve buraya gelirken Midemde hiçde öyle kocaman bir ağrı yoktu.Çünkü bildiğim tanıdığım insanların olduğu bir yere geldiğim için rahat hissediyordum kendimi.Ama şok.
Burda insanlar
1)Dürüst ve açık değil(büyük çoğunluk)
Yani senin birisiyle bir sorunun olduğunda gidip konuşmak istemen pekde işe yaramıyor.Çünkü zaten yüzüne ne söylerlerse söylesinler arkandan başka bişey mutlaka söylüyorlar.Zaten gelip sanada seninle ilgili bir sıkıntıları varsa anlatmıyorlar.Yani dedikodu daha makbul.
2)Yardımsever gibi görünmelerine rağmen hiçde öyle değil.(Yine büyük çoğunluk)
Bildikleri bişey varsa hep sonra anlatmaktan bahsediyorlar.Hiçbir zaman birşey gösterecek vakitleri olmuyor.Yada herhangi bir konuda herhangi birşeyden yardım almak zorunda kalırsan mutlaka yakınarak yapıyorlar.
3)Sıcak değil
Samimi olmayınca insana sıcak da gelmiyor zaten.
Ha iyileri yokmu elbette var.Çıplak ayaklı kontes,S. H.Hocam.Gerçekten yanlarında rahat olabildiğim insanlar var.Haaaa herkes herkesi sevmeli mi yada sevebilirmi.Cevabın hayır olduğunu bilebilecek kadar büyüdüm artık .Aslında bunada alışabilirim.İnsanoğlu garip bir yaratık herşeye her ortama alışıyor.Aslında benim hoşuma gitmeyen şey yukarda anlattığım olumsuzlukların çoğunu tanıdığım insanlarla yaşamış olmam.Yoksa fasa fiso.Hiç bağlamaz oda öyle der geçerim.Ama bu gerçekten acı.

Hmmm unutmadan eski iş yerime sık ziyaretlerim devam ediyor.Saolsunlar onlarda beni hiç yanlız bırakmıyorlar.Her organizasyona davetliyim.Şans devam mı ediyor ne;)

3 Ocak 2008 Perşembe

Ebe-Sobeeeeee


Sevgili Yıldız Yağmurları 'nın sobesine cevaben...

1)Blog yazmaya ilk defa ne zaman başladım?

Blog yazmaya aslında yeni iş yerime geçtikten sonra internette dolaşırken Baldan-Tatlı 'yı okuyarak heves ettim:) . Öyle güzel ve içten yazıyordu ki.Düşündüm Doğa için hazırladığım bir günlüğüm vardı ama not tutmayı biraz aksatmaya başlamıştım ve bu beni çok üzüyordu.Neden internette yazmayayım ki büyüdüğünde teknolojıde imkan verirse onun için güzel bir hediye olur diye düşündüm ve başladım.Aralarda kendimle ilgili şeylerde yazıyordum.ama baktım bu Doğa'ya haksızlık olacak bir blogda kendime açtım...

2)Blog yazılarımın konusunun belli bir çizgide olması için çaba gösteriyormuyum? Yoksa içimden geldiği gibimi yazıyorum?

Doğa ile hayatta artık sadece Dokdikim ve onun maceraları hakkında yazıyorum.
Ama Gizli Bahçede aklımdangeçenleri,hissettiklerimi,anılarımı,kelime oyunlarını yazıyorum.

3)Blog yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat edi
yormuyum?

Aslında çoğu yazımı iş yerinde yazıyorum.Asla işimi aksatmadan çünkü iş yerine gelme sebebim iş yapmak.Ama işim yoksa veya vaktim varsa mutlaka bloglara uğruyorum.Yazmak istediğim bişey varsa ekliyorum.Akşamları eve gider gitmez Doğa'nın ablukasına alındığımdan o uyumadan pek bişiycikler yazamıyorum.Dodık hn.uyuduktan sonra şayet laptop boşsa hiç kaçırmıyorum.Bazen geç saatlere kadar uğraştığımda oluyor.

4)Blog yazmak benim için eğlenceli bir uğraşken artan bekleyiş yüzünden şimdi zorunlu bir hal aldımı?

Açıkcası pek artan bir bekleyiş yok;). Hergün blog güncellemek için kendimi kasmaktansa içimden geldiği ve yazacak bişeylerim olduğu zaman yazmak bana daha mantıklı geliyor

5)Blog yazmayı ne kadar sürdüreceğim?

Doğa hanım büyüyüpde artık pekde bir numarası kalmadığında galiba Doğa ile hayat kapanacak.Belki yerine başka bir bebek için olanını açarım;))
Gizli bahçe ise .... bilmem şimdilik bırakmak gibi bir niyetim yok

Sobe ye gelince zannediyorum okuduğum herkes sobelendi:).Yani sona kaldım dona kaldım:)
Sevgilerimle