30 Aralık 2008 Salı

Mutlu Yıllar

Send your own ElfYourself eCards

Soğuk mu O da Ne???


Kliması bozulmuş,kalolifer peteği olmayan bir odada iki saat çalıştım bu parmaklar nasıl yazıyor anlamadım ama çenem deli gibi vuruyor.Sanırım dondum :(

25 Aralık 2008 Perşembe

Sobe-Takıntılarım

Bayramdan önce sevgili Yıldız Yağmurları sobelemişti beni takıntıların nelerdir söyle bakalım diye.
Araya giren hastalık dolu bayram sonrasında kısa bir tatil(hem ziyaret hem ticaret;) ) ve sonrasında toplama çabalarımın sonunda yazma sırasını getirebildim.
Sorumuzu tekrarlayalım : Takıntılarınız nelerdir??
Bundan sanırım 3-5 yıl önce sorulsa ilk cevap kilom olurdu.Bugün pek zayıf olduğumdan değil ama artık kafama takmamaktan sanırım artık bu cevabı veremiyorum.
Benim şimdi yeni takıntılarım var nasılsa :)

En çok takıldığım konu Doğanın sırtının terli olup olmaması.Saçma gelebilir ama ben su annesiyim(yani babamız öyle diyor)
Çocukcağız oynuyor koşturuyor gülüyor zıplıyor ben elimde özenle dikilmiş sırt bezi ya da küçük havluyla (yada çok terli geldiyse gözüme) yeni bir atletle peşinde dolanıyorum.Ve her ne hikmetse elimi her sırtına soktuğumda oooo su gibi su diyormuşum o yüzden baba-kız adımı su annesi koydular.Doğa taklidimi bile yapıyor sırf bu sebepten :)

Bir diğer takıntım salon koltuklarının minderleri.Evlenirken pek beğenerek almıştık biz takımımızı.Oldukçada rahattır aslında.Öyle ki eve yatılı gelen herkes çekyattan ziyade gözüne salondaki kanepeleri kestirir.Ama gelin görünki o minderler iki oturmaya kayıyor ve ben nerdeyse üstünde oturanı kaldırıp minderi düzeltecek kadar takılıyorum bu mevzuuya.

Bir diğer takıntım evden çıkarken okuya okuya çıkarım mutlaka bazen yetiştiremem merdivenlerde devam ederim ısrarla.Arada kedibey bir soru sorsa sesim yükselir ama okumayı bırakmam.Ananneler gibiyim yani:))

Sanırım takıntılarım bu kadar.Bakalım Kedibey şunuda unutmuşsun derse ekleyeceğim muhakkak.Zira bazen insan çok normal olduğunu sandıklarının da takıntı olduğuna ancak başka biri söyleyince anlayabiliyor.
Bu konuda sobelenmeyen varmı bilemedim.
Eğer sobelenmedilerse Chroma 'yı ve Aylin 'i sobeleyim bende o zaman.

Sobe-Tekrar-Çantamdan Çıkanlar

Sevgili Nihan sobelemiş beni.Beni hatırlamış olmasından dolayı çok mutlu oldum.Teşekkür ederim.Daha önce Berrin'in sobesiyle yazdığım çantamdakiler işte burda.Kocaman bir liste halinde :)

23 Aralık 2008 Salı

Fırtına Kuşu

19 Aralık 2002 sabahı sabah haberlerini seyrediyorum.Tesadüf o ya annemde bizde o gün ve ben evdeyim.Bir an yanlış duyduğumu sanıyorum sonra başka kanallara geçiyorum doğru duymuşum elimde kumanda yığılıp kalıyorum koltuğun üstüne.
Çocukluğumdan kalan gülen gözleriyle ,yumuşacık sesiyle,ilgisiyle,sevgisiyle,hoşgörüsü,nezaketi,insanlığıyla gözümün önünde canlanıyor yüzü.
Anneme söyleyemiyorum bir süre.Söylediğimdeyse son sürat kalkıp hazırlanıyor gitmek için.
Hayatım boyunca tanıdığım en iyi İNSAN lardan birinin ölüm haberini alıyorum ve kalakalıyorum o gün içimde sonsuz bir hüzün ve aklımda ilk kez onların evinde dinlediğim çember şarkısıyla.
Küçüktüm yeşil bir anadollları vardı o zaman bir gece bizi eve bırakırken konuşuyorlardı babamla."Tehdit ediyorlar" demişti."Ama korkmuyorum."

Cumhuriyeti’nin üniter ve laik yapisina göz diken tüm unsurlara karsi bunca zahmete ve mihnete deger mi, diyorsaniz, Atatürk’ün manevi mirasçisi olarak evet deger, diyorum. Çünkü Türküm ve baska Türkiye yok!..
Dediğini duyduğumda aklıma o geliyor.
Saygıyla ve sevgiyle anıyorum.
Mekanı cennet olsun.

22 Aralık 2008 Pazartesi

Kadından Kentler- Murathan Mungan



Çok okumayı istediğim bu kitabı tamamen bir tesadüf eseri Kozadan ödünç aldım(hiç aklımda yokken).İyikide almışım çünkü her sayfası her cümlesi nerdeyse her öyküsü inanılmaz güzeldi.

Kitap 16 ayrı şehir ve 16 ayrı kadın hikayesini içeriyor. Her şehrin her kadının öyküsü ayrı.

Kitabı alınca ilk okumak istediğim Ankara hikayesi oldu(hemşeri torpili) Sanırım iyikide öyle yapmışım.Kitabın her hikayesini sevdim ancak özellikle Ankara ve İzmir hikayeleri beni oldukça etkiledi.Öyle güzel öyle duygulu öyle dolu yazılmış bir kitap ki.Hiç bir hikaye havada kalmıyor sonunda mutlaka herşey yerine oturuyor.

Şimdiye kadar hep Kürşat Başar için düşündüğüm kadın duygularını inanılmaz doğru yazıyor ,bir kadın gibi içten yazıyor düşüncemin Murathan Mungan içinde geçerli olduğuna karar verdim.Şimdiye kadar hiçbir kitabını okumamıştım ancak elbette şarkı sözleriyle başarılı olduğunu düşünüyordum bu kitapla tamamen emin oldum ki çok dolu dolu yazıyor.

Aslında birkaç paragrafta eklemek istedim buraya sonra kıyamadım onları birbirinden ayırmaya .

Okunmalı mutlaka diyorum sadece.

21 Aralık 2008 Pazar

Toparlayalım-1


Bayram öncesi acayip hastaydım sanırım iki gün kafamı kaldırmadan yattım ilk gün kedibey ikinci gün annem koştu imdada :)


Bayramda ben iyiydim ama Doğanın burnu tıkalı öksürüğü tavan yapmış ve hergün bir kere kusma modundaydı.Dolayısıyla bu bayram gezme bayramından ziyade evde oturup dinlenme ve hastalık toparlama bayramı oldu bizim için.


Bayramın ikinci günü sabah erken Doğayı hastaneye götürdük.Ankaranın en büyük üniversite hastanesinin acilinde sıramızı bekledik muaynemizi olduk ciğer filmi sonuçlarımızı gösterip rahatladık.Allahtan ciğerde birşey yokmuş ama takibe devam dedi doktorumuz(sonunda 1 kutu antibiyotiksiz geçmedi hastalık gerçi ama).Tam çıkmak üzereydikki köşede sohbet eden iki doktor ve bir sekreterin lafları kulağıma çalındı.Yüzünde garip bir ifadeyle şöyle diyordu genç bayan doktor "bayramda otobüsler bedavaya erkenden toplanıp gelmişler buraya burdanda bayram ziyaretine gidecekler herhalde" ilginçtir bu cümleye diğer ikisi güldü ben gülemedim.Şaka yapıyorsunuz herhalde dimi diye sorduğumdaysa çok kesin bir şekilde hayır oldu cevabı.Önce kendisine çocuğu olup olmadığını sordum sanırım yoktu ki pek cevap vermek istemedi.Sonra sabahın kör vaktinde orada bulunan herkesin onları özleyip gül yüzlerine hasret kaldıklarından orda olmadıklarını hatırlattım kibarca.Sanırım bundan daha fazlasınıda hakediyordu ama benim basiretim bağlandı.Hala aklıma geldiğinde kızıyorum.Sabahın henüz kör vaktinde işe yeni başlamışken gencecikken ve bu işi tüm zorluğuyla yapmaya yemin etmişken bu kadar hevessiz olması beni çok üzdü.Keşke bambaşka bir iş seçseydi diye düşündüm.


Tüm bayram boyunca çalmayan kapımız son gün üstüste nerdeyse hiç susumadan çaldığındaysa Allaha şükür azcık toparlanmıştık.


Ben bayramları böyle severim zaten.Aklıma hiç tatile gitmek ya da evde oturup keyif yapmak gelmez(yapanlara bişiy dediğimden değil yanlış anlaşılmasın).Normal günlerde gitmeye fırsat bulamadığımız ya da zamanını denk getiremediğimiz herkesi görebilme şansıdır bence bayram dolayısıyla mümkün olduğunca çok yere gitmeyi isterim.


Ama hastalık olunca başka işte napalım bu bayram böyle geçdi seneye Allah kerim :)

17 Aralık 2008 Çarşamba

Geldim Ben :)

Ve ben gelirken Ankara nın üstünü tamamen kapatan bulutlar güneşi tüm güzelliğiyle kendilerine saklamışlardı..

15 Aralık 2008 Pazartesi

Gittim dönücem..

Dükkanı boş bıraktık uzun zamandır farkındayım ya... Az kaldı,döneceğim...

2 Aralık 2008 Salı

Çakıl Taşları

Upuzun bir yol aslında hayat uzadıkça kısalan.Attığımız her adımda biraz daha yoran. Bazen yokuş aşağı frensiz giderken ,bazende dimdik bir yokuş aslında teptiğimiz bu yollar.
Hep kollamacı bir ailedeyseniz işiniz daha zor aslında.Kimse hataya izin vermezse ,birileri yokuş yukarı alır sizi sırtına çıkarırsa ya da ne bileyim önünüze çıkan taşları tek tek toplarsa değmesin diye ayağınıza.
Ömür öyle mi tatlı geçer??
Doğrumudur toplamak çakıl taşlarını???
Her insan çocuğu için endişelenir aslında.
Kendimi düşünüyorum mesela.Ben istermiyim yeni yürümeye başladığı bu yollarda ayağına taş değsin,bir yeri incinsin.
Bu günlerde hep bunu düşünür oldum.Doğrusu hangisi?
Ufak hataları görsen de görmemezden gelmekmi, bırakmakmı, yapsın hata.Daha büyüğünden korurmu ufak hatalar insanı.Ya da hep etrafındamı gezinmek gerekir başına birşey gelmesin diye.Sonra alışırmı insan taşsız dümdüz bir yolda yürümeye.Önüne çıkan ilk engelde yılarmı tökezleyince, dağılırmı üstü başı, bozulur mu morali ,düşer mi yüzü.
Ne dersiniz?
Resim

27 Kasım 2008 Perşembe

Gölgesizler...Dinlenesi,Okunası,İzlenesi...

Az mıyım çok muyum?
Var mıyım yok muyum?
Ben neyim?
Masal mıyım gerçek miyim?
Kaç mıyım göç müyüm?
Hiç miyim suç muyum?
Ben kimim?
İbret miyim cinnet miyim?
Hiçlikler içinde kanayan yürek
Yokluklar içinde savaşan beden
Boşluklar içinde karışan zihin
Güçlükler içinde değil miyim?
Yoksa… Yoksa…
Her ihanete akıl erdiren
Her cehalete kılıf uyduran,
Her esarete fiyat biçtiren
Sen değil de ben miyim?

Dün sabah arabada dinledim ilk kez bu şarkıyı.Elbette her zamanki gibi promosyonsuz ve klipsiz bir başka Candan Erçetin kasedinin çıkmış olduğunu düşünerek keyfine vardım bu güzel şarkının.Gerçekten sözleri çok güzeldi.İnternetten azcık bakınca aslında yeni bir kaset olmadığını Candan Erçetinin "Gölgesizler" isimli filme film müziği yaptığını ve bu şarkınında o müziklerden biri olduğunu öğrendim.Sonra yine öğrendim ki Candan Erçetin sadece internet üzerinden dağıtımını ücretsiz yapacakmış bu şarkının.Şarkı öyle güzel ki beni aldı götürdü uzun uzun yollara.

Sonra Gölgesizleri merak ettim.


Gölgesizler :


Kayboluşların romanıdır bu. Bir köyde durup dururken kaybolan insanların romanıdır. Bir görünüp bir kaybolanların. Oyunların… Hayat da bir oyun değil midir zaten? İnsanoğlu da bir görünüp bir kaybolmaz mı bu dünyada? Bir boşluğu doldurur, kim biçtiyse o yeri, o kadarını doldurur işte...



diye tarif ediliyordu Doğan kitapevinin sayfalarında.Hasan Ali Toptaş’ın 1994 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandığı kitabı imiş. Okudunuz mu bilemiyorum.Böylesi güzel bir müzik ve böyle etkileyici bir anlatımdan sonra sanırım ben en kısa zamanda okuyacağım.

Gölgesizler 2009 Ocak ayında vizyona girecek imiş.
Selçuk Yöntem, Taner Birsel, Arsen Gürzalp,Altan Erkekli,Ahmet Mümtaz Taylan gibi oldukça değerli isimler bu filmde rol almış.Filmle ilgili tüm bilgiler burda

Ve son olarak şarkıyı hem istediğiniz kadar dinlemek hem de isterseniz indirmek için link o da burda


26 Kasım 2008 Çarşamba

Belli Değil...



İnce ince yağıyordu rahmet gökyüzünden.Ne bardaktan boşanırcasına nede aralıklı.

İncecik bir ip gibiydi.Aralıksız sakin ama deli.

Gri,koyu bir gökyüzü.Saatten mi yoksa yağmurdan mı belli değil.

Önce kadın çıktı kapıdan.Sonra erkek.

Yavaşca kapandı kapı.

Kimi yağmurdan kaçan kimi yağmura inat yürüyen insanlarla doluydu sokaklar.

Yanyana yürüdüler bir süre.

Konuşmadılar.

Kadın ne düşünüyordu erkek ne .... belli değil.

yolun kenarına gelince durdular.

Öylece kaldı akisleri yolda biriken su üstünde.

Sonra yine sessizce bastı kadın suya.

Birden kayboldu görüntüsü.

Adam kalakaldı yolun bir tarafında.

Yolu geçti kadın yavaşca.

Yürüdü devam etti.

Ardına bile bakmadan.

Ardından bakakaldı adam.Aklında ne vardı belli değil.

Hüzünlü bir şarkı tutturdu kadın iki dudağının arasından.

Kalbinden geçen neydi..... belli değil...

Öykü atölyesi.Fotoğrafın dili 10.çalışması...

24 Kasım 2008 Pazartesi

1kadın1erkek...

Bir Kadın ; Demet EVGAR

Zeynep :)
Bir Erkek ; Emre Karayel



Ozan :)

Asıl yayın günü sanırım perşembe ben cumartesi geceleri izleyebiliyorum lokum gibi kanal diyorlar ya işte orda:)

Her zamanki sorunlar her zamanki didişmeler her zamanki komiklikler.Keyifli vakit geçirmek için bir tavsiye :))

http://www.1kadin1erkek.com/

20 Kasım 2008 Perşembe

Çantamdan Çıkanlar-Sobe



Sevgili Berrin'in sobesiyle çantamdakiler döküldü ortalığa :)

1-Cüzdanım.Eşim askerdeyken Konyadan almıştım çok seviyorum azcık büyük ama olsun işlemesini seviyorum.

2-Fotoğraf makinası (kabıyla beraber) içersinde hafıza kartlarımı ve tüm bigisayara veri aktarmak için gerekli ıvır zıvırıyla beraber.

3-Yaz kış şemsiyem.Temmuzda bile yağmur yağsa bende mutlaka şemsiye olur dolayısıyla pek ıslanmam.İstemedikçe ;)

4-Cep telefonum

5-Cep telefonu şarjım

6-Şu anda arabada olan mp3 çaları

7- mp3 çaların hem şarjı hemde bilgisayar bağlantısı olan kocaman bir aktarma zımbırtısı.

8-Baş ağrısı ve soğuk algınlığı ilaçlarım

9- Islak mendil

10-Boş poşet (ne olur ne olmaz çocuk var dimi)

11-Kalem

12-Çınarımın becerikli elleriyle yaptığı mavi boncuklu küpelerim(olurya heran takmak isteyebilirim)

13-Şeker

14-Çeşit çeşit toka (çocuğun kız olduğunu bilmeyen kalmadı)

15-Ayna (Amasradan almıştık üstündeki kız resmi azcık silindi ama olsun çok seviyorum)

16-Doğanın sağlık karnesi

17-küçük bir far takımı(pek süslü değilimdir ama nerde ne zaman makyaj yapmak istediğim belli olmaz dolayısıyla benimle dolaşıyor)

18-Rujlar

19-İş yeri anahtarlığım.(mavi üstü kelebek işli olan)içinde bozukpara gözü kart koyma yeri ve anahtarlık olduğundan iş yerinde sürekli elimde ve dolayısıylada sürekli çantamda.)

20-Ev anahtarlarım(üstünde hepsini severek taşıdığım bir sürü anahtarlık var.)

21-Kitabım(nerde ne zaman fırsat bulursam okurum dolayısıyla evde yada işte bırakamam.)

22-Bir şişe su


Böylece ne var ne yok döktük ortaya :)

arada fişleri ve notlar yazılmış kağıtları saymıyorum, onları resmede dahil etmedim zaten.

Anlaşıldığı üzere ben bir bavulla dolaşıyorum.Gerçi bu hafiflemiş halim.Eskiden küçük bir çorap bir yedek atlet daha eskidende hep yedek çocuk bezi olurdu.

Gerçi büyük çantaları seven biri olarak şanslı olduğumu düşünüyorum ya sevmeseydim nasıl sığardı bunca şey küçücük çantaya ;)

hmmm bende canım Çınarımı ve gizemli yazar Öykücüyü sobeleyim bakiyim.Eğer arzu eder dökerlerse çantaları ortaya bakalım neler varmış içlerinde :))

19 Kasım 2008 Çarşamba



Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre;
* 18 yaşına kadar herkes "Ç o c u k t u r ".

* Çocuk , yaşla ve olgunlaşma ile gelişen ihtiyaçlara sahip bi r "b i r e y d i r".

* Çocuk hakkında alınan her kararda çocuğun "g ö r ü ş ü" alınmalıdır.

* Çocukla ilgili her işlemde " çocuğun yüksek yararı " gözönünde bulundurulmalıdır.

* Çocuklar herhangi bir "a y r ı m c ı l ı ğ a" maruz kalmaksızın "e ş i t" olarak "d o ğ u ş t a n" haklara sahiptirler.

* Anne-baba "s o r u m l u l u ğ u" esastır.

Devletler anne babanın bu sorumluluğunu yerine getirmesine destek olmalı, anne babanın sorumluluğunu yerine getirmedikleri durumlarda sorumluluğu devir almalıdırlar.
Ülkemiz, bu konuda taraf olmasına, gerekli imzaları atmasına rağmen maalesef gerekli düzenlemeleri yapamadığı gibi gerekli yaptırımı da uygulayamamaktadır.


Benden ve çocuğumdan sorumlu olduğunu söyleyen sayın bakana diyorum ki :


Bu ülkede yüzlerce binlerce tecavüze,cinsel istismara,aile içi şiddete maruz kalan kadın ve çocuk var.Hal böyleyken tecavüzün şikayete bağlı suç kapsamında kalmasını,evlenme yaşının yasal sınırının 14'e çekilmesini,eşlerin tecavüzü durumunda 7 yıl cezanın çok bulunup 1 yıla indirilmesini teklif edenleri ben sıradan bir vatandaş olarak hayret ,nefret ve sinirle izliyorum.Siz nasıl izliyorsunuz sayın bakanım.Bu ülkede hala kadınlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapan,çocukları birey yerine koymayıp,onların istek ve ihtiyaçlarını göz önüne almadan sadece kendi keyiflerince yaşayan ve bunu topluma çok büyük bir haltmış gibi yansıtan insanlar ortalıkta elini kolunu sallayarak gezerken siz kendinizi nasıl hissediyorsunuz.
Bütün bunların olabilmesine bir bakan olarak bir kadın olarak bir insan olarak nasıl göz yumabiliyorsunuz.
Ve son olarak;
Kişi hak ve hürriyetlerinin kanunlarla- yasalarla düzenlendiği bir ülkede yaşıyorsak eğer ,kanunların sana -bana- ona aynı davranmasını,eş dost akrabailtiması geçilmemesini ,benden benden değil ayrımı yapılmamasını ve elinde yetki olan kurumların yetkilerini düzgün- doğru ve iyi yönde kullanmasını diliyorum.Kanunları kişilerin istek ve durumlarına göre düzenlenmemiş bir ülkede kanuna olan inancımı yitirmeden yaşamak istiyorum.
Saygılarımla

18 Kasım 2008 Salı

Keyif..

Fonda Anlamazdın olsa ,elimde bir bardak limonlu ıhlamur,Doğa uyusa ,evde müzikten başka bir ses yok,perdeyi açsam sonuna kadar dışardada kar yağsa.
Başka ne isterim ki....

15 Kasım 2008 Cumartesi

Issız Adam - Çağan Irmak

Alper ,30 yaşlarında çok iyi bir lokantanın harika yemekler yapan baş aşcısı ve sahibidir.İşinde çok başarılıdır ancak özel hayatı oldukça garip ve karışıktır.

Oldukça çapkın olan Alper eski kırkbeşliklerin hayranıdır ve birgün yine eski bir kırkbeşlik ararken bir ikinci el dükkanında Ada ile karşılaşır.Ada o kadar güzeldir ki Alper çok etkilenir.Adanın aradığı kitabı ikinci el olmasada bulur ve içine numarasının yazarak Ada'ya hediye eder.

Ada 20 yaşlarında oldukça masum,hayat dolu,cıvıl cıvıldır.Kendi dükkanı vardırve orada çocuklara kostüm tasarlar.İkinci el kitapları, onlardaki o yaşanmışlıkları sever.Ve birgün kitap ararken hayatın kendisine bir süpriz hazırladığından habersiz Alperle tanışır.Ve aşık olur.


Bir süre dolu dolu aşklarını yaşarlar.Alper eski yaşantısına ara verir.Herşey çok güzel giderken Alper'in annesi çıkıp gelir bir gün ve Ada'yı müstakbel gelini olarak görmekten mutluluk duyar.



Annesi yanlarındayken Alper hızla gelişen bu olaylardan sıkıldığını ve eski özgür günlerinin bitmeye yakın olduğunu hisseder.Adayı sever ama özgürlüğünü daha çok ???



Ve kaçınılmaz bir sonla Ada'yı hayatından çıkarır.Ya da öyle olduğunu zanneder.....


Filmle ilgili düşüncelerim ise :


1) İtiraf ediyorum ki daha etkileyici olmasını bekliyordum.İzlerken ağladım çok duygulandım diyemem sadece sonda "insanın kokusun hiç mi değişmez" cümlesi içimi burktu niyeyse.(Tüm sevdiklerimi koklayarak sevmemdendir belkide çok hüzünlendim.İlginçtir anannem geldi aklıma)


2)Filmin müziklerine bayıldım. (eğer imeem e ulaşabilseydim ki şu anda bağlanmıyor bir tanesini fon müziği yapmak istedim ama belki hafta içi).Her zamanki gibi çok vurucu ve çok etkileyiciydi.Özellikle kırkbeşlikleri o kadar yüksek sesle dinlemek bayıldım.... bayıldım.....


3)Melis Birkan'la tanıştım.Çok güzel olduğunu düşündüm ve elbette hala düşünüyorum:))

Birde gerçekten yetekli olduğunu.O kadar doğal olabilmeyi başarmak zordur herhalde..


4) İnanılmaz İstanbul görüntüleri vardı.Çok beğendim.Hareketli kıpır kıpır.Tebrik ederim.
5)Son olarak aklım tarçınlı havuçlu kek tarifinde kaldı :) keşke filmin sonunda verselermiş diye düşündüm ;)






14 Kasım 2008 Cuma

Sonbahar Rüzgarları :)

Doğa:Anne düşen yaprakları söyle..
dediaşağıdaki şarkıyı kastederek.Ne garip Çocuk...

yıldırım Gürses Sonbahar Rüzgar - Yıldırım gürses

10 Kasım 2008 Pazartesi

Bir Ölünün Defteri

Bir ölünün defteri aynı kadına sevgiyle ve aşkla bağlı olan iki adamın arasında geçen bir hikaye.

Hüsam ve Vecdi'nin hikayesi.

Hüsam ve Vecdi yatılı okulda tanışır ve yakın arkadaş olurlar.Vecdi'nin annesi ölmüş , babası ise onu halasına bırakarak uzaklara gitmiştir.Vecdi halası ve halasının kızı Nigar'la birlikte oturmaktadır.Haftsonları okuldan izinli çıkan iki arkadaş artık hep birliktedirler ve zamanın çoğunu Vecdi'nin halasının evinde geçirirler.Yıllar geçip de yaşlar büyüdükçe Hüsam da Vecdi de Nigar'a aşık olurlar.Ancak Nigar Vecdi'yi abi bildiğinden, Hüsam'a aşık olmuştur ve onunla evlenmek istemektedir.Halasının evlenin ısrarlarına rağmen Vecdi birbirine aşık bu iki insanın arasına girmez ve Balkan savaşına gönüllü doktor olarak katılır.Savaştan döndüğünde bir kolu yoktur.Bir süre sonra hastalanır ve yatağa düşer. Çok ağır hasta olduğu bir gece Hüsam'ı çağırtır ve o gece ölür.Ondan geriye, yaşadığı büyük aşkı,kararsızlıkları,zor verilen kararları ve duygularını Hüsam'a anlatacak kara kaplı bir defter kalmıştır.


Kitabın dili oldukça sadeydi.Daha zor okunacak bir kitap olduğunu düşünmeme rağmen yalın yazıldığı için çok kolay okudum.Okurken kendimi eski bir türk filmi içersinde sandığım zamanlar oldukça çoktu doğrusu.Kişiler,tavırlar,sözler,nezaket kitapda çok dikkat çeken noktalardı bence.

Keyifliydi..

Atatürk

Cuma akşamı bir başka heyecanlıydı Doğa.Gün içersinde öğrendiği bir haberdi onu heyecanlandıran.Gözlerinde sesinde bir telaşla " Anne Atatürk ölmüş duydun mu " dedi.
Haklıydı...
Ona Atatürk 'ü anlatırken bunu söylememiştik ne ben ne babası. Aklımızla bilsekde bunu belkide kalbimizde gönlümüzde öldüğünü kabul etmediğimiz için,hala gönlümüzde yaşattığımız için söylememiştik bunu ona.
"Biliyorum kızım dedim.Atatürk öleli uzun zaman oluyor.Üzülme o senin gönlünde aklında yaşasın yeter.Onu sev.Büyüyünce oku, neler yapmış senin için, benim için ülkemiz için.Anlamaya çalış ve onu hayal kırıklığına uğratma.O seni resimlerinden gözleriyle takip eder....."


Vardar ovası.mp3 - Safiye Ayla -

31 Ekim 2008 Cuma

Çeşit


Nerdeyse iki haftadır devam eden kreş arama- kreş bulma -yarım gün alıştırma programımızın sonuna gelmiş bulunmaktayız :)

Haftaya Doğa hanım 5 tam gün kreşine başlayıp hayata atılacak.

Şimdilik herşey yolunda ama öğretmenler sonradan sukoyuvermelere hazırlıklı olmamızı öğütlediler.Bakalım ... Göreceğiz....

Doğa öğretmenini seviyor ve ona güveniyor ilk haftadan edindiğim izlenim bu.

Bu hafta Doğa içerde biz dışarda beklerken oldukça çok anne ile tanışma fırsatım oldu.

Bu tanışma ve bekleme sürecinde oldukça çok sohbette ettik.

Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var demiş atalarımız nede doğru söylemişler.Konuşurken laflafı açarken herkes kendinden bahsederken fark ettim bunu.


Konu: Yemek.....


A: Bizde yemek saatleri vardır.Yemekler o saatte yenir ve ne yemek hazırlanacaksa çocuğa danışılır.Onun istediği yemek yapılır eğer cayarda yemem derse başka yemek yoktur bir sonraki öğüne kadar açtır.Mecburen. (Çocuk yaşı:2,5)


B:Aaaa olurmu öyle şey çocuğun yemek saati olur tamamda yemedi diye o kadarcık çocuk terbiye edilirmi.Yemezse ya da az yerse başka birşeyle takviye edersin.(Çocuk Yaşı:2,5)


C: Çocuğa ne yiyeceksin diye sorulurmu hep aynı şeyleri ister onlar.Güzelce herşeyden yemesi gerekir.Ben yoğurdu,meyve suyunu hiç aksatmam mesela hergün dirensede bir şekilde yer. (Çocuk yaşı:3,5)



A:Yoğurt mu?? O kadarcık çocuk yoğurt mu yer canım midesi ağrır.Ben hiç yoğurt yedirmedim, büyüyünce isterse yesin.


Sadece yemek değil elbette.Yemek çok basit bir örnekti ilk aklıma gelen.Her konuda her kafadan bir ses çıktı.Bizden muhabbete anannemiz katıldı her zamanki gibi, ben susmayı ve dinlemeyi tercih ettim.Sonuçta anladım ki her annenin kendine göre doğrusu var ve bu farklı yetişmiş bir sürü çocuk şu anda bir aradalar.

Hayatın karmaşasına,farklılıklarına ,türlü huylara,çeşit çeşit insana onlarda artık karışmışlar.O çeşitlerden biri olmuşlar.

O çeşitler içinden güzellerini kendilerine en yakını bulup çıkaracaklar.
" Umarım "


30 Ekim 2008 Perşembe

Bir Cinayet Romanı-Pınar Kür



"Hayatta gerçekleştirilen bütün hayati eylemlerin sebepleri sonradan bulunur. Sevmek gibi bir şey öldürmek... Başlangıçta sebepsiz... Olup bittikten sonra anlaşılması olanaksız, açıklanması yapay..."

"Bir Cinayet Romanı" polisiye bir kitap.Ancak diğer polisiye kitaplardan onu ayıran en önemli özellik kitap boyunca tüm yaşananları katilin,maktulün ve diğer yardımcı oyuncuların ağzından da tek tek dinliyor olmak.

Bu kitaba başladığımda itiraf deyim zaman zaman sıkıldığım bölümler oldu.Özellikle "Y" koduyla yazan kişinin bölümleri hem kafamı karıştırdı , hem de kitaptan kopmamı sağladı.Bu durum, polisiye bir kitabın akıcılığı için hoş olmasada, bir noktadan sonra kitabın neden o şekilde ilerlediğini anlıyorsunuz.

Ancak bence sabretmeyip kitabı elimden bıraksaydım sanırım ne sondaki o güzel yüzleşme sahnesini okuyabilir ne de katilin kimliğini öğrenebilirdim.O nedenle okuyucu olarak , keşke başlarda biraz daha akıcı olsaymış, diye düşünmek kitap adına bir dezavantaj gibi geldi bana.

Elbette sona doğru taşlar oturup herşey yavaş yavaş açıklanınca bir başa dönme , kafamda oturmayan yerleri tekrar okuma isteği ile doldum taştım.Dolayısıyla bazı kısımları ikinci kez de okudum.

Pınar Kür'ün romanının tadına kitabın sonuna gelince varabildim açıkcası.Oldukca dikkatli ve hiç bir ayrıntının gözden kaçmadan okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Ve yazarın açılış cümlesini soruyorum size : "bir cinayet olayı ne zaman başlar? öldürme düşüncesi aklınıza düştüğünde mi?

29 Ekim 2008 Çarşamba


"Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! .. Bu belli. Fakat zekânı unut! .. Daima çalışkan ol..."
Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her mahlûk için tabii bir halettir, fakat insanda yorgunluğu yenebilecek mânevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.
M.Kemal Atatürk


Cumhuriyetimizin 85.yılı kutlu olsun...

27 Ekim 2008 Pazartesi

BURADAYIM !!

Kendi bloguma post yazabilmek için sansursuz.net aracılığıyla girebiliyorum şimdilik.Burdan yapılan yorumları onaylayıp yayınlayamadığımdan yorumlar yok ama olsun sesinizi duyabilmek ve hala google reader aracılığıyla olsada sizleri okuyabilmek güzel.

Sevgili Yaşamın Kıyısında "kendi blogumuza camdan girer gibi" demiş.Doğru sanki yasak birşey yapıyormuşuz hissi veren bu yayınlama şekli benimde hiç hoşuma gitmiyor açıkcası ancak buna bizi mecbur edenlerin oturup düşünmesi ve UTANMASI gerektiğini düşünüyorum.

Başka adreslerden blog yazılara devam eden arkadaşlar var.Hepsini elimden geldiğince izleyeceğim elbette.Ancak burayıda bırakıp gitmeyi hiç istemiyorum.
Ben bu bloğa emek verdim.Yazdım,çizdim,herşeyiyle bana ait. Onu bırakıp gitmek(şimdilik bile olsa) içimden gelmiyor.

O yüzden buradayım.Eksikde olsa,resimsizde olsa,yorumsuzda olsa BURADAYIM!!!.

Ve blogumun bloglarımızın açılması için ne yapmam gerekiyorsa yapmaya da hazırım.

Abi demiş ki " bu tutumunuz iki farklı çocuk büyütür..

ya karaktersiz, bastırılmış pısırık tip..
ya da isyankâr, sevgisiz, terbiyesiz, saygısız..

ki, her ikisi de birbirinden kötü"

kesinlikle katılıyorum.Şimdiye kadar kimseye saygısızlık terbiyesizlik yapmadım.Bu durumun beni değiştirmesini de istemiyorum.Ama pısırık bir çocuk olmayada hiç niyetim yok.

Saygılarımla....

26 Ekim 2008 Pazar

SUS DEDİLER , SUSMUYORUM !!!

Cuma akşamı önce şaka sanarak, ancak ciddi olduklarını anlayınca sinirimden kabıma sığmayarak öğrendim blogger'a ulaşıma Türkiye'nin yasak koyduğunu.
Önce youtube
şimdi blogspot
sırada neresi var merakla bekliyorum ama SUSMAK İSTEMİYORUM !!!
YAZMA HAKKIMIN,
FİKİRLERİMİ İFADE ETME HAKKIMIN,
BİLGİYE ULAŞMA HAKKIMIN,
ELİMDEN ALINMASINA KARŞI KOYMAK İSTİYORUM.

http://blogspotacilsin.wordpress.com/

24 Ekim 2008 Cuma

Blogger Buluşması_Çıkrıkçılar Yokuşu :)

Ankaralı üç blogger çarşamba günü uzun süren buluşma planlarından sonra Ankaranın en güzel, en sıcak yerlerinden biri olan Çıkrıkçılar Yokuşunda buluştu sonunda. Figen, Koza ve bendeniz Tabiat :)
Sabah Tabiat ve Koza aynı otobüsle sevgili Figenin iş yerinin önünden geçerken onuda otobüse alıverdiler.Aynen Figen inde dediği gibi yıllar sonra buluşmuş üç eski üniversite arkadaşı gibi olduk o gün(gerçi doğruda bu tanımlama çünkü sonuçta hepimiz Hacettepeliyiz :) )

Çıkrıkçılarda ilk durak Pirinç Han ve o güzel gözlemeler oldu elbette. Gözlemelerimizi ayranımızı Koza ve benim kedi korkumuz yüzünden kah ayakta, kah diken üstünde ama Figen hep halimize gülerken yedik.Oldukça koyu sohbetler yaptık.Güldük eğlendik.

Sonra ver elini Çıkrıkçılar Yokuşu.
Önce kendimizi "Baykuşlar ve Diğerlerini" merak edip Ahiler El Sanatları İş merkezinin içine attık.
Gördüğümüz kolleksiyon gerçekten 30 yılda inanılmaz zevkle,emekle,incelikle toplanmıştı.

Resimleri sevgili Koza nın izniyle yayınlıyorum.Her hakkı Koza da saklıdır :)

Bakın sizede tanıdık birşeyle hatırlatacakmı? Ben çoğu obje ile geçmişe gittim açıkcası :
Bu teneke arabalardan sizinde varmıydı?? Yada yeğeninizin ya da kuzeninizin ya da oğlunuzun :)
Ya da bu teneke kutulardan hanginizin evinde annesi ya da kendisi dikiş kutusu yapmadı zamanında(belki hala vardı bile) Ben en çok Türkan Sultanlı olanı sevdim(kendisine hayranımdır zaten).Ama Hülya Koçyiğitli olanıda es geçmemek lazım bence :)
İşte bu kolleksiyoncuda ki yüzlerce baykuştan bir kısmı.Baykuş sanatın ve santçının ,Mimar Sinan'ın simgesi imiş ben o gün bunuda öğrenmiş oldum(Figen cim teşekkür ederim)
Peki ya bu ufaklıklara ne dersiniz.Süpriz yumurtadan bir zamanlar(yenilerde var arada) çıktıklarına kim inanır ki :)


Ve tabi bu küçük ama her detayı düşünülmüş askerlerinde süpriz yumurta oyuncağı olduğunu biliyormuydunuz ?

Üç kız deliler gibi gezdik sonra o toptancı senin bu toptancı benim.Şekere benzeyen tokaların arasında üstüste yığılmış oyuncakların arasında kaybolduk.Çok keyif aldık bir arada olmaktan.Sanırım bir sonraki hedefimiz Zenger :)


23 Ekim 2008 Perşembe

Sevgili Sufi-saja ailesi ve sevgili Serap'a beni hatırlayıp dostluklarıyla ödüllendirdikleri için teşekkür ederim. Bu güzel ödülü paylaşmak istediğim sevgili blog arkadaşlarımdan bazıları bu ödülü çoktan almışlar aslında bu nedenle listeye koyamasam bile gönlümdeler.Ödülü uzattığım diğer arkadaşlarım ise :

Sevgili arkadaşım dostum Koza,
Hemen hemen hergün yeni bir post ekleyen ve yorum yapamasamda zevkle okuduğum Vladimir,
Güzel öykülerini zevkle okuduğum sevgili Geveze Kalem,
Yazılarını zevkle okuduğum sevgili Yıldız Yağmurları,
Şehrimize yeni gelen İzmirli sevgili Ebru,
Yüzyüze yeni tanıştığımız ve dopdolu birgün geçirdiğimiz sevgili Figen,
İkinci kez yeni anne Baldan Tatlı,
Genç meslektaşım Azab-ı Mukaddes,
Tecrübelerini paylaşmaktan çekinmeyen Deniz,
Güzel prenses Nazlının annesi Nihan,
Aylardır ortalarda görünmeyen ama benim çok sevdiğim sevgili Sem,
Sessizce her yazısını takip ettiğim Aydan atlayan Kedi
Kabul ederlerse sevinirim :)

21 Ekim 2008 Salı

Çikolata Kaplı Hüzünler-Canan Tan


Yıllar evvel "Sol Ayağımın Başparmağı" isimli kitabıyla tanışmıştım Canan Tan ile. Oldukça eğlenceli kısa hikayelerden oluşuyordu kitap bugün bile, zaman zaman komik eğlendirici bişeyler okumak istediğimde hala 1-2 hikayesini okuyup tekrar kütüphaneye koyduğum bir kitapdır hatta.Sevmiştim yani.
O kitapda görüş bildiren yazılarda bu kadar hoş mizah yazılarının bir bayan tarafından yazılmış olmasının ne kadar şaşırttığını söylüyordu yorum yapanlar.
Ancak "Çikolata Kaplı Hüzünler" adından da anlaşılacağı gibi mizah hikayelerinin olduğu bir kitap değil.Bu anlamda ben Canan hanım' ı tebrik ediyorum(eğer bir okuyucu olarak buna hakkım varsa tabi) .Oldukça başarılı bir kitap bence "Çikolata Kaplı Hüzünler".

Ufak ufak tam 14 ayrı kadın hikayesinden oluşuyor.Her biriyle başka bir dünyanın başka bir zamanın bambaşka bir koşulun çikolataya kaplanmış hüznüne eşlik ediyorsunuz.

Hikayeleri okurken hepsi hızlı aktı aslında .Sadece bir hikayeyi okuyamadım.Neden bilmiyorum çokda ısrar etmedim okuyamadığımı farkedince.Ancak en çok "Sızı" ve "Ateş Külden Daha Soğuk" isimli hikayeler beni zırıl zırıl ağlattı.

Kitabın ön sayfasında "Hüzünlerini çikolata ile kaplamayı asla beceremeyen annemi saygıyla anıyorum" diyor Canan Tan.

Ve anlıyorsunuz ilk hikayede gerçektende çikolata hüzüne iyi geliyor.

Okul

Kreş araştırmasından son haberler burada..

16 Ekim 2008 Perşembe

Anaokulu ve Yardım talebi.....

Acemi bir veli olarak yardım istiyorum Ankarada Beysukent yada Ümitköy civarında bildiğiniz tavsiye edebileceğiniz bir anaokulu-kreş aramaktayım.Gidip gördüğüm yerler var (daha bugün başladım ama olsun) Ama tavsiyeleriniz olursa kulak kabartmaya gidip görmeye hazırım.
Anne olmak zorda veli olmak daha zormuş ;)

14 Ekim 2008 Salı

Eskici Kız


" Babama kızıyorsun ama aynı onun gibisin" dedi , ben elimdeki ceketi yerine asarken Kedibey.
"Hiç de bile" dedim sadece "o ceketi seviyorum ben vermicem kimseye."

Yine de her sezon kıyafet değişimi sırasında yaptığımız gibi bir kaç koca poşet dolusu giyecek katlanıp üstüste yerleştirilerek yeni adreslerini bulmaya gitti geçenlerde.

Dün ise annem hasta olduğundan kızı bırakıp çıkamadık.Ben annemlerde kaldım, Kedibey işe yollandı.Babam öğleden evvel çıktı evden.Arabanın yine orasına burasına sıkışan vergileri ödemeye gitti.

Bense öncelikle annemin hasta olmasından ,sonrada ve en önemlisi babamın evde olmamasından(!) yararlanarak temizlik operasyonuna giriştim.

Önce mutfaktan başlamak gerekirdi dimi??
Önce ortalık toplandı,bulaşık makinesine yollandı bekleyenler.Tezgah üstü kalktı ,birgüzel ciflendi ozonlandı.Sonra dolap içleri.Annemin kenarı köşesi kırık ne kadar tabağı ele batan bardağı varsa buldu çöp kutusunun dibini.
Yarım yarım açılmış küp şekerler toplandı.Bitmeyen bayram şekerleri, ekmek alan getiren ,Doğaya arkadaşlık yapan çocuklara pay edilmek üzere çıkarılıp şekerliğe konuldu.vs...vs....

Sonra banyo dolabını kestirdim gözüme.İçi boşaltıldı.Eskiyen havluların gözünün yaşına bakılmadı vallahi bu sefer ,yinede iki tanesi "duvar falan silinir- baban arabayı temizler belki " diyerek elimden alındı.Buna rağmen hiç kullanılmayan ve az kullanılanlar tam belkide ancak sığdılar az evvel onları çıkardığım dolaplara.

Sonra gözüme ara dolap takılıdı."Aman ,aman indirme şimdi tek başına yapamazsın" nidalarına kulak asmadan indirdim bir güzel.İçinden çoğu Doğaya ait olan ve belkide her elden geçirdiğimizde torba torba ihtiyacı olanlara dağıtmamıza rağmen, hala bitmeyen kıyafetler çıktı.
"Şu Doğa ne kısmetli ya" dedi annem yine her zamanki gibi ,sanki eli duruyormuş gibi ,"kardeşi olsa ona alacak bişey kalmadı " diye ekledi.Şakayla karışık " ne yani eskilerle mi büyüsün zavallı çocuk" dediğimdeyse inanıp "üzülme kızım onada alırız diye yanıtladı" :))
Oysa bu sefer bile attıklarımızdan ve ayırdıklarımızdan sonra bile hala 3 çocuğa yetecek kıyafet olduğunu göre göre.

Sonra bir hışım yatak odasına daldım.Hadi dedim şu dolabıda dökelim.Döktükte....
O sırada annem içerden bir poşetle çıktı geldi."Bunuda mı atsak acaba ya ,çalışmıyorda" dedi. "At ya, aman, napacaksın çalışmayan şeyi" dedim önce sonra durdum "ne ki o ?" diye sormak geldi aklıma ."Bizim eski radyo" dedi annem.

"Olmaz attırmam onu" dedim poşeti kaparken.O radyo benim için çok değerliydi."Ben bunu nasıl temizlemiştim biliyormusun sen" dedim gülerek.Anlamadı annem baktı.
"Bir gün siz işteyken, şu ses çıkaran deliklerine kolonya döküp tozlarını temizlemiştim" dedim sonra.Annem güldü "hiii dedi baban duymasın valla çok kızar.Ondanmı bozuldu acep.Sesi soluğu çıkmıyor" :))
"Olsun" dedim "çalışsada çalışmasada attırmam.Anısı var bende.Çocuklarla başbaşa dinlerdim ben babamla bundan.Siz yokken arkadaş olurdu bana."
"Al evine götür o zaman" dedi annem.
"Dursun" dedim "sonra götürürüm.Ama bak sorucam ha atma sakın"
"üfff babasının kızı" dedi annem "eskiciler nolacak."
"Eskici değilim ben dedim" hafif kızgın, "anılarımı seviyorum" dedim elimde bir sürü poşet , atılacakları atmaya çöp kutusunun yanına yollanırken anneme.

Fotografın Dili-Nereye ??


Nereye?

Kime...

Varmı öyle ekmeğini sorgusuzca bölüşecek.

Kendini yük hissetirmeyecek.

Sormayacak

Yargılamayacak

Akıl vermeyecek

Sadece kabul edecek....

Saygı duyacak

Destek olacak

Neden olusa olsun yanındayım

Kapım herzaman açık diyecek

Olsaydı giderdim

Olsaydı bir dakika bile durmazdım.

Bir dakika bile çekmezdim.

Mecburum kalmaya.

Kendim için değil senin için kalmaya

Sen başını kurtarana dek çekmeye bu derdi.

Belki düzelir......

Not:Bu bir hikayedir sadece Öykü atölyesi için yazılan.Ama belkide birçok kadın için gerçektir.Üzücü olsada...

10 Ekim 2008 Cuma

Yüzleri Arayan Adam


Kısacık sürdü.Aslında tahminimdende uzun.

Daha hızlı okuyabildiğim günler geride kalmış doğru.

Eve gittiğimde okuyamıyorum artık mesela.Yolda işte fırsat buldukça.Ama sonunda ilk kitabımı bitirdim.Aynı anda 2-3 kitap okuyabilen biri olmadığımdan tek tek bakacağız icaplarına artık :)

İşte "Yüzleri Arayan Adam":


Neva dan sonra okuduğum ikinci Ilgın Olut kitabı.Neva 'yı da çok beğenmiştim.Bunuda beğendim.Dili yazılışı çok sade ,sanki okur gibi değilde, dinler gibi okudum kitabı.Belki bir Ankara kitabı olmasınında payı büyüktür.Gidilen, oturulan, konuşulan ,bahsedilen yerler daha bir iyi canlandı gözümde.Sanki tanıdığım birine ait bir günlük okur gibi oldum Yüzleri Arayan Adam da ben.


Genç,dürüst ,başarılı bir doktordur Efe.Bir gün bir anda bir gazete haberini okur doktor odasında ve dünyaya kapatır kendini.

Hastanenin bir psikiyatri odasından günlerce çıkmadan ,yemeden ,içmeden yaşadıklarını ve kendini sorgular.

Burçak genç bir stajyer doktor olarak merakla ve azimle araştırı Efe 'nin hayat hikayesini.

Araştırdıkça düzgün bir yaşam, gerçek sevgiler , zamansız kayıplar, aşk ve inanç sorgulamasıyla karşılaşır.

Sonu ise basit fakat etkileyici bir şekilde biter.Hikayenin her kahramanı kendi hikayesini ayrı ayrı tamamlar verilen son sözle.


Hızla keyifle acaba nedenlerle dolu bir kitap Yüzleri Arayan Adam.

Tavsiye olunur....

8 Ekim 2008 Çarşamba

Birsürü....

Sanki biraz abarttım doğru ama olmadı yapamadım birini seçerken diğerini bırakamadım.Hepsini toparladım aldım ve çıktım.

Başladım bir uçtan hatta.Su içer gibi kana kana iyi geldi.Uzun zamandır böyle okumadığımı farkettim.İyi hissettim.








30 Eylül 2008 Salı

Hayırlı Bayramlar

Herkese sevdikleriyle mutlu huzurlu keyifli bir şeker bayramı diliyorum.
Sevgilerimle...

26 Eylül 2008 Cuma

Ölüm, Hayat, Ümit, Zaman


Zaman akıp gidiyor işte.Yarın tam bir hafta olacak anannemin ölümü.Sanki dün gece almışız gibi haberini oysaki.
Oysaki biliyorum bu böylede devam edip gidecek yedisi , kırkı.... zaman koşacak.Bizde beraberinde.
Hayat devam edecek elbet. "Zamanla acının yerini buruk bir gülümseme alacak" demişti kuzen.Doğru sanırım.İlk günkü kadar acımıyor, uyuşmuyor beynim.Yavaş yavaş hatıralar çıkıyor.Konuştukça ,hatırladıkça paylaştıkcada çoğalıp çıkıp gelip biryerlerden bulacaklar bizi galiba.
Ben yazdıkça destek olan cevap veren arayan soran herkese teşekkürler.
İnsan böyle zamanlarda konuşamasada ses duymak istiyor gerçektende yanında.
"Hayat beşikle mezar arasında bir yerde sıkışmış olamaz ya " dedi geçen akşam bir hatip.Sonrada ekledi."Toprağa attığın tohum bile geri dönüyor çiçek oluyor ,meyve oluyor insan mı geri dönmesin."
Reankarnasyona inanıp inanmadığımı şu anda gerçekten bilemiyorum.Ama birgün sevdiklerimize kavuşacağımızı hatta orada gelenleri beklediklerine inanıyorum(Orası neresiyse artık). Ümid ediyorum....
Çocuklara bakıyorum bu sıralar daha çok,tabi ençok da Doğa ya .Hayat onlarda.Neşe,sevinç,üzüntü,heyecan,heves .... herşey onlarda, görüyorum.Beni rahatlatıyor.Başka birşeye kapılıp gitmektense çocuklara kapılıp kafamı dağıtmayı seviyorum,tıpkı annem gibi.Hayatın devam ettiğini,yaşanması gerektiğini ne olursa olsun durmadığını gösteriyorlar sanki.İyi ki varlar...

25 Eylül 2008 Perşembe

Bitti.

İkibuçuk hafta süren bazen ümitlerle, bazen hayal kırıklıklarıyla devam eden bekleme süreci bitti bizim için.Ananneciğimin sevgili ruhu bedenini bırakıp daha huzurlu olabileceği bir başka aleme göç etti.
İçimde kocaman bir boşluk bırakarak..

19 Eylül 2008 Cuma

Hazan


İyiden iyiye soğudu havalar.Sabah akşam hırkasız çıkamaz olduk.Birden ve aniden geldi yağmurlu havalar.Dün akşam televizyonda Su başkenti İstanbul'un içler acısı halini izlerken gülsem mi ağlasammı bilemedim.Tamam ölüm kaçılmaz anladım, inandım da .Ama bu ülkenin en büyük şehrinde yağmur suyuna kapılıp ölmek ....sadece kaderemi bağlamalı bilemedim doğrusu.
Ramazandan sanırım ,garip hallerde etrafta dolaşıyorum.Özellikle sahurdan sonra su fazlası yüklemekten sanırım uykuya dalmaya fırsatım olmuyor açıkcası.Sabaha dek bir o yana bir bu yana dönüp duruyorum.Tam uyuyacağım ,hadi servis saati.Güne azcık uykusuz başlıyorum anlayacağınız.
Bazen öğlenleri hastaneye gidiyorum.Anannemi görmeye.Durumu daha iyi.Dün bilinci açılmış.Hatta elimi bile sıktı .Ben bilinçsizce yaptığını düşünmüştüm ama doktor duyduğunu ve tepki verdiğini söyledi. İnat ediyor direniyor yani benim tatlı Sırmoşum.
Hastanede garip dostluklar kuruluyor herkes, hasta yada hasta yakınıya.Önce herkes derdini anlatıyor hikayesini.Sonra belli aralıklarla ,orda tekrar karşılaşıyor insanlar.Sanki uzun zamandır tanıdık biri oturup sohbet etmeye, havadisleri konuşmaya başlıyorlar.Bazende birgün evvel gördüğünüz birini /hastasını ertesi gün göremiyorsunuz.O zaman garip bir mahsunluk çöküyor üstünüze.Bir kaç gün evveline dek hiç tanımadığınız insanların dertlerine üzülüp ,acılarına acılanıyorsunuz.
"Baharı atlattımı yaşlılar bir sene daha yaşar" derdi bir arkadaşımın annesi.Bu sonbahar çok dökülen yaprak gördüm ben.Kimi yaşlı bile değildi.Aniden hiç beklenmeden dökülüverdi dalından geride çok insan bırakarak.
Umarım bundan fazlası yoktur...

16 Eylül 2008 Salı

Düş Yorgunu


Bir otobüsün camından akan görüntüleri izler gibi bakıyorum bugünlerde hayata.Öylesine büyük bir hızla akıp geçerken zaman, oturmuş beni götüreceği yeri bekliyorum.İnsanlar,olaylar,işler,sözler uçuşup geçiyor yanımdan ve bende büyük bir boşluk....

Bazen mola verir gibi inip karışıyorum hayatın ortasına.Yolcu olduğumu unutup, atıyorum kendimi akan görüntüye , bende o akıp giden görüntüden biri oluveriyorum belkide, bir an ,bir başkası için.

Sonrasında büyük bir telaşla yerimi alıyorum tekrar.O boşluk gelip tekrar oturuyor beynimin tam ortasına ve sakinleşiyorum o anda.Tek gerçek olan, izlemek oluyor yaşananları ,sadece, izlemek.

11 Eylül 2008 Perşembe

Bekleyiş


Binanın yanından küçük bir kapıdan girdik.Bir kat çıktık merdivenlerden küçük bir ara kat bekleme salonu bile değil.Bizim gibi birsürü insan kimi bulduğu koltuğa kimi koltukarın arasındaki sehpalara oturmuş.Herkes üzgün herkes kederli.Duvarlar açık yeşil.Kapı daha koyu.Kapının kolu yok.Kapı duvar derler ya öyle işte.Bir soğuk ,bir hüzün , bir ümit.Gözlerim dalıp gidiyor.Dalıp gidecek uzaklar yok oysaki.Bir kaç adım ya var ya yok karşı duvara.Aklımda bir sabah.Annemler erken çıkmışlar servise diye.Ben tembihli anannen gelene kadar kapıyı kimseye açma.Bekliyorum. Anannem gelmiyor.Küçüğüm ağlamaya başlıyorum birden.Radyoyuda açmışım evde ses olsun.Önce sessiz sessiz sonra bağırarak ağlıyorum.Anannemi bekliyorum korkuyorum evde yalnız.Dua etmeye başlıyorum"Allahım lütfen ,ananneme bişey olmasın ,lütfen gelsin ,lütfen ölmesin".Çocuk aklı işte.İçimde bir korku bir hüzün.


Şimdi kolu bile olmayan bir kapıyı içerden açsınlarda anannemi birkez daha göreyim diye yine bekliyorum.

O güne dönmeyi istiyorum, hemde çok, bu bekleyişin sonunda anannem gelsin, kapıyı açsın, ben de sarılayım, onu koklayayım istiyorum.

Yine aynı korku yine aynı hüzün.

Anlat ananne....

Hayat bir masalmış ya da ömür bir nefesmiş ya derinden.Bir varmış bir yokmuşya insan.Sen tam ikisinin ortasında dururken şimdi bir kere daha girebilseydim kollarının altına bir kere daha çekebilseydim ya kokunu içime.
Çok acı.Canım yanıyor hemde çok..........

9 Eylül 2008 Salı

Hayat Bir Emrin Var mı??





.............Aşkın olmadığı yerde koşullu sevgiler vardır.Herkes birbirine sevgisini ölçüp biçerek verir.Oysa anneler çocuklarını,yani aşıklarını hep yarın öleceklermiş gibi doyasıya ve imkansız bir aşkla severler.
Oysa çocukları sevgililerinin kendilerine öyle ya da böyle veda edişlerini hiç unutmazlar ve hep yürek çarpıntısıyla anarlar da, annelerinin onlar giderken,evden çıkarken sırtlarına hafifce utanarak,belli belirsiz dokunmalarını hiç hissetmezler,hissetselerde pek üstünde durmazlar.Omuzlarına o arkadan dokunuşun içinde çok büyük anlamlar vardır.O dokunuşta imkansız bir aşk vardır oysa.
......
resim
Cezmi Ersöz
Hayat Bir Emrin Var mı??

4 Eylül 2008 Perşembe

Selime..

Geçen hafta hem ziyaret hem gezi diyebileceğimiz nedenlerle günübirlik Aksarayın Selime köyündeydik.

Bu köy eşimin annesinin doğup büyüdüğü ,rahmetli dedemizin uzun süreler öğretmenlik yaptığı şimdide o şırıl şırıl akan dereye doğru bakan ebedi konağında kaldığı, şirin, güzel ,yeşilce bir köy.

Anadolunun ortasında içinden şırıl şırıl(3-4 sene öncesine dek gürülk gürül denirmiş :( ) derenin aktığı,ıhlara vadisine 5-10 dakika uzaklıktaki bu köy hepimize iyi geldi.



Öncelikle rahmetli dedemizi ziyaret ettik.Sonra anannenin çeşmesini görmek ferahlamak için köy kahvesinin olduğu meydana indik.Kahvede oturanlar hemen buyur ettiler bizi.Herkes bir yerden akraba bir yerden tanıdık çıktı konuştukça.Oldukca cana yakın ve ilgililerdi.Hatta bir ara Diloy ve ben kendimizi Vizon-tele filminin ortasına düşmüş gibi hissettik bu yakın ilgi alaka ve hoş sohbet sayesinde :)

Sohbetten sonra hep birlik kayınvalidemin ve teyzelerin,dayıların doğduğu büyüdüğü evi görmeye gittik.Yine bir akraba oturuyormuş içinde.Ben girelim diye ısrar ettim ama annem girmek istemediğini söyleyince bişey diyemedik.Kimbilir hangi hatıralar geldi gözüne ....


Sonra dedemin uzun yıllar öğretmenlik yaptığı ilkokul.

Sonra köyün muhtarı kattı bizi önüne doğru Ihlara vadisine.Yıllardır babam anlatırdı(ben küçükken görevlendirmeyle gitmiş-gezmişti ve hep "götürsem birgün sizide, çok güzel "derdi.O güne kısmetmiş).Gerçekten güzel.Aslında vadiye inip gezmek,altlardaki mağralara gitmek,köye dek uzanan vadide yürüyüş yapmak gerekiyor belkide tadını çıkarmak için ,ancak ne zamanımız ne de durumumuz uygun olmadığından sadece bakınmak ve fotoğraf çektirmekle yetindik.




Öğlen vakitlerinde yine bir akraba olan ve hikayelerini rahmetli dedemden dinlediğimiz sevgili "Çatlak Dayının" restoranında bulduk kendimizi.
Restoran çok güzel.Hatta çevredeki birçok restorandan daha güzel.Çünkü derenin tam kenarında ve dere üzerinde çardakları var(aynı Fethiye-Saklıkentteki gibi) . Çatlak Dayı çok sevimli :)


Kendisine sadece "Çatlak" demediğiniz sürece "Çatlak dayı" demenizin hiçbir mahsulu yokmuş.Dayı ,Çatlak' tan kaynaklanan tüm yanlış anlaşılmayı alıp götürüyormuş :) öyle dedi kendisi :)

Tüm yemek boyunca bize oldukça komik hikayeler(başrolünde kendisinin olduğu) anlatıp ,güzel balıklara tad kattı.(Yazsak ayrı bir yazı olur )Bu arada bende ilk kez orada arıların türk kahvesi yakılarak kaçırıldığına şahit oldum.%100 etkili değilsede bence yinede faydalı bir yöntem.

Sonrasında köydeki akrabalara ziyaret.İklim nineyle tanışma :)


İnsan böyle ziyaretler yapınca şehirdeki o yüzeysellikten çıktığının farkına varıyor.Kullandıkları bir tabir var "şehirli teklifi değil haaa". Zannederim bu söz herşeyi özetliyor.

Herkes gerçekten çok misafirperver ve samimiydi.

Herkesin hikayesi ayrıydı ve öyle çok hikaye vardı ki.Bazısı çok hüzünlü bazısı çok komik.Umarım yazma fırsatım olur.

Günübirlikte olsa , kısa sürmüş de olsada iyiki gitmişiz :)