21 Aralık 2010 Salı

Allah Allah

Ne zaman çıkacak bu enginar ya ben bundan yapıp yemek istiyorum (hemde 2 gündür,hem de buraya yazmayı düşünebilecek kadar çok) :(

16 Aralık 2010 Perşembe

Yeni Yıl ve Arkadaşları :)


Sahnenin tozu yuttun mu bir kez ,bir daha iflah olmazsın diyorlar ya ne doğruymuş :)

Bizim ilk gösterimizi hatırlıyormusunuz bilemedim, ama ben ve bizim gönüllü anneler unutamadık.Uzun zaman oldu gerçi ama ,bu geçen zamanda, hep aklımızdaydı yine bir araya gelmek, yine bir oyun oynamak.

Geçenlerde yazarımız aradı.Yeni yıla özel bir oyunu olduğunu ve oynamak isteyip istemediğimizi sordu.Hepimiz atladık tabiiii "eveeeeet istiyoruz" diye.

Geçen hafta provalar başladı.Bendeniz "danalıktan" "eski yıla" terfi ettim.Yeni yılı, arkadaşlığı, yardımlaşmayı anlatan sevimli bir oyun ile yine hep bir aradayız.Provalar yine çok eğlenceli geçiyor.Kendi kendimize eğleniyoruz öncelikle.Bakalım çocuklarda bizim kadar eğlenecekmi 28 Aralıkta göreceğiz.

Yaşasın Tiyatro :)

10 Aralık 2010 Cuma

Sevgili Adsız

Siz daha önceki adsızmısınız bilemiyorum.Bir kaç hafta öncede yine sizin adınızda! birisi aynı uyarıyı yapmıştı.Zaman zaman bende girdiğimde aynı şey oluyor(facebook hesabım açıksa).O zamanda yoruma cevap olarak haberim olmadığını nasıl yapıldığını bilmediğimi ve nasıl kapatıldığını biliyorsanız yardımcı olup olmayacağını sormuştum o yorumu bırakan adsız arkadaşa.
Şimdi birde sorayım. Bahsettiğiniz sayfa veya başka açılan başka reklam sayfası ya da onun gibi sayfalar nasıl kaldırılıyor bilemiyorum.Yardımcı olursanızda sevinirim.
Teşekkür ederim

Not:Sadece adsıza değil yardımcı olabilecek herkese ricamdır.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Neeeee !!! Do -"Fa-Re" - Mi ??


Gecelerimi gündüzlerimi bastılar bu ara saolsunlar.Aslında yazsam mı yazmasammı diye düşünmüştüm ki baktım Ela yazmış hem cevap vereyim hem de dertlerimi ortaya dökeyim diye yazmaya karar verdim :)

Bayram dönüşü özleşmişiz oda arkadaşımla oh sarıldık bayramlaştık.Ne güzel çay yapmış kendine bende aldım bir bardak,içtik...mis....bayram sohbeti falan derken bir evrağa ihtiyacım oldu.

Açtım çekmecemi oda ne.Küçük siyah bir nokta bana göz kırpıyor.E... bu ne diye sormamla regimin atması bir oldu.Malum şey bana ordan öyle bakıyordu.

Önce ihtimal vermedim aslında çünkü 3,5 -4 senedir burdayım,öğrenciliğimde burda geçti benim hani öğrenciyken bakımsızdı duyardık falan ama diyorum ya nerdeyse 4 yıldır burdayım hiç duymadım görmedim.Ne kendisini ne de marifetlerini.

Bir kuşku bir kaygı çekmeciyi az daha çektik.Aman yarabbim !!!

Alt çekmeceye de bakabildim ama üçüncüye hayır.Tansiyonum el vermedi.....

Bu ne yahu hayvanat tüm ailesini almış bize bayram gezmesine gelmiş sanki.Yahutta ne bileyim hanım çok zorlamış bey bey kalk bu bayram üst katlara gidelim hep evdeyiz hep evdeyiz demiş bay fare de hanımı kıramamış toplamış çoluğu çocuğu bize gelmiş gibi bir manzara.Kendi oturduğumuz odada bir tek benim masayı yuva edinmişler saolsunlar.Açık labda ise arkasını açık buldukları tüm dolapları.

Hemen haşetarla mücadele başladı tabii.

kartona sürülmüş yapıştırıcılarmı istersiniz, rengi kokusu cezbedici zehirlermi ya da anannevi metodlarla alçı& su karışımımı hepsi mevcut.

Bölümün her yerinde olmalarına rağmen bizim odaya ve laba koyduğumuz cezbedici zehirlerin sayısında azalma yok.Bu umut verici tabii.Ama yinede kafamızda soru işaretleri de yok değil.Sayıları giderek azalsa da !! yine bitmediler sanırım.

Geldikleri bahçenin camlarına yazılar yazdık "Camları açık bırakmayın" diye.Dikkat fare zehri yazısını asıp asıp sağa sola yemliyoruz.Ertesi sabah daha odaya girmeden zehir sayısı sayıyoruz.

Masalar bilgisayar ve kullandığımız herşey her sabah çamaşır suyu ya da dezenfektanlarla siliniyor.Kettle kilitli dolaba kaldırılıyor(bana kalsa buzdolabına koyacağımda )oda arkadaşım iyice çıldırdığım konusunda ısrar edince yapamıyorum :))

Bardaklar kullanmadan önce ve sonra çamaşır suyuyla yıkanıyor vs...vs.....

Yani anlayacağınız deli olduk.Ellerimiz yarık içinde çamaşır suyu ve dezenfektandan bir de sürekli takıp çıkardığımız eldivenler varki pudrası acayip rahatsız ediyor ama napalım.

Dodik hanım artık sabah akşam gelemiyor odaya dolayısıyla çok kızgın ama söylemedik.Söyleyip onu da korkutmak istemedik.

Az önce buraları temizleyen bey gelip iki meftamız daha olduğunu söyledi.Yemleyin hocam bol bol yemleyin siz diye de ekledi sonra.

Valla bazılarının dediği gibi "onlarda hayvan canım kedi gibi kuş gibi" diye düşünemediğim için üzgünüm,hem korkuyorum hem de kızıyorum.

Böyle işte...

Sonu gelirmi bilmiyorum umutluyum....


3 Aralık 2010 Cuma

Eskişehir

Gezelim mi beraber :)

Ankara yakınlığı sebebiyle ve tabii oda arkadaşımında tavsiyelerine uyarak bayramın son günü attık kendimizi yollara.

Bir kere Ankaradan gidiyorsanız kesinlikle hızlı treni tavsiye ederim.Yolculuk toplam 1,5 saat sürüyor.Oturdum, gazete okudum ,2 şarkı dinledim derken kendinizi Eskişehirde buluveriyorsunuz.Bilet fiyatlarıda öyle aman aman birşey değil.Otobüsten daha konforlu bir yolculuk için biz gidiş dönüş sadece kişi başı 36 lira verdik.Ayrıca Eskişehirde otobüs terminali şehir dışında kalıyor ama gar şehrin neredeyse merkezindeEskişehire vardınızmı yürümeye başlayın.Gezilebilecek yerlerin hemen hemen hepsi yürünebilecek mesafede.

Biz gardan çıktık ve önümüzde uzanan Atatürk caddesinden dümdüz Odunpazarına dek yürüdük.Eğer bu caddeyi kullanmayalım derseniz Adalar mevkiine geldiğinizde sağa saparak meşhur kanal yolundanda yürüyebilirsiniz.(O taraflar daha hareketli tabii)

Odun pazarını gezin tabiki.Kısa zaman evveline dek şehrin en emniyetsiz bölgesi olan Odunpazarı şimdilerde en çok gezilen yerler arasında.Aslında tam olarak bizim Çıkrıkçılar, Kale civarına benziyor.İçersinde restore edilmiş eski evler var bu evlerin bazıları kafe haline getirilmiş.Girip yiyip içebiliyorsunuz.Yine Odunpazarı evleri arasında Atlıhan el sanatları çarşısı var ki burada bir sürü ufak tefek hediyelik satan dükkanlar var.Aslında çoğunun içeriği aynı.Sadece 2 katta ahşaptan oyuncaklar eşyalar satan bir dükkan var.Benim favorim orası oldu.Eğer bir bebeğim olsaydı ya da Doğa küçükken gitmiş olsaydım,fiyatı oldukça uygun bir sürü ahşap oyuncak alabilirdim oradan :)

Atlıhan'dan çıkınca doğru Kurşunlu külliyesine gittik biz.Namaz vakti olduğundan içerisini gezemedik.Etrafında şöyle bir tur attık.Ancak külliyenin arka kapısından girince içeride bir lületaşı müzesi ve hediyelik el sanatları çarşısı bizi buldu(Gerçektende biz aradık onları bulamadık ,onlar bizi buldu gibi oldu :)) )


Aşırı kalabalıktan tüm dükkanları gezme yapılan herşeye bakabilme şansım olmadı ama lületaşı üzerine yapılmış ebru desenli kolyeler güzeldi :)

Külliyeden çıkarken bir de cam atölyesine rastladık .Küçük bir atölyede sanırım bir kaç cam ustası bir arada çalışıp bir sürü güzel şey(yüzük küpe anahtarlık nazarlık) yapıyorlar.O gün tek bir usta vardı.Bir çok insana çok şaşırtıcı geldi bu gösteri ama biz sanırım alışkanlıktan(bizim bölümün altında da var bir tane cam atölyesi ve kulakları çınlasın Ali abi hayal ettiğimiz her türlü düzeneği bir taraftan sohbet edip bir taraftan yaptığından ) biz şöyle bir bakıp çıktık :)

Yine Odunpazarında Osmanlı Evi var gidip görülebilecek.Bizim ilk ziyaretimizde bayram olduğu için kapalıydı.Ama normal zamanlarda isterseniz sadece girip gezebiliyorsunuz, ya da odalardan birini kapatıp yemek yeme fırsatınız var.Bence akşam yemeği için değerlendirilebilir bir yer.

Yine Odunpazarında Hayal Kahvesinin tam karşısında belediyenin açtığı kurslardan bayanların el emeği ürünlerini sattıkları küçük bir ev var.O kadar güzel şeyler vardıki ve fiyatları o kadar uygundu ki anlatamam.Ben kendimi uzun zaman çıkartamadım oradan dışarı.Ve sonunda mutfağımızda durması için aldığım baykuşa sıkı sıkı sarılıp çıkabilmeyi başardım :)

Yine Odunpazarı yakınlarında Cumhuriyet müzesi var gezebileceğiniz ama biz yine bayram münasebeti ile :) girmeyi başaramadık :)

Ama Odunpazarının girişinde Çağdaş Cam Sanatları Atölyesini gezmeyi başardık :).Gerçekten çok güzel eserler vardı içeride.Tavsiye ederim :)



Gelelim Adalar'a :) Venedikmiş İtalya imiş....O da neymiş canım, git mis gibi Eskişehir bin gondoluna gel :)Tabiii böyle söyleyince sorarlar "sen bindinmi "diye "istedim ama olmadı".Öyle bir sıra vardı ki, sıraya girsek değil o gün, ertesi akşama ancak binerdik herhalde.Bu durumda tabana kuvvet kenardan gezelim bizde deyip baştan başa turladık.Tabii gondola değil motorlara binme şansınız da var.Ama aynı sıra onda da vardı malesef.(Neymiş bayramda değil ara zamanda gidilmeliymiş.Bütün Ankara ordaydı sanırım:) )

Derken ben nerden aklımda kaldı bilemiyorum 222'ye gidelim diye tutturdum :) Ve gittikde ancak acemilik işte ,orada muzlu ya da çikolatalı waffle yemeden geri döndük.(bunu neden yazdım ....biz yaptık siz yapmayın,222'ye giderseniz waffle yemeden dönmeyin :) )

222 dönüşü görmek istediğimiz ancak haritadan yeri tam anlaşılmayan Haller Gençlik Merkezini bulduk sonunda ben görün en azından dinlenmek ve bir bardak çay içmek için uğrayın derim.Çiçek pasajına benziyor ama daha havadar ve güzel olanı bence :)Merkezin girişinde 2009 ve 2010 yılına ait resimler var.İnanılmaz bir değişim .Burası gerçekten meyve-sebze haliymiş yıkık dökük ve restorasyondan sonra çok güzel olmuş.

Ertesi gün rotamızı bilim&sanat ve kültür parkına çevirdik erken vakitte.Ankaradaysanız bilirsiniz.Mogan gölü&Göksu Göleti benzeri bir park.İçerisinde bir gözlem kulesi, korsan gemisi,Nuhun gemisi ve 16 ayrı kulenin bir arada bulunduğu kuleler var.Yalnız buraya gitmek istiyorsanız stadın yanından kalkan minibüsler var birde 11 numaralı otobüsler geçiyormuş.Bizim gibi taksiye binmenizi önermem.Çünkü yol parası bu durumda Ankaradan Eskişehir'e giderken verdiğiniz paradan çok daha fazla olur :) (ikide birde fiyatlardan bahsediyormuşum gibi oldu ama kolaylık olsun alternatifiniz olsun diye yazıyorum yoksa Varyemezliğimden değil yani ;) )
Biz bir gece kaldık Eskişehirde.Konakladığımız yer için tık.

Hadi gitmişken her zaman kalabileceğimiz bir otelde değilde konakta kalalım dedik.Odun pazarı içersinde restore edilmiş 10 konaktan oluşuyor.Merkezi bir yerde olması büyük avantaj.Odaları da lobisi de oldukça gösterişli ve konforlu .Ancak ses yalıtımı diye birşey yok halilen ve dolayısıyla grip olmuş bir aileye komşu düşerseniz bizim gibi gecenin bir yarısı ya da sabah sabah korkmanız olası.Bir de şanssızlıkmıdır bilemiyorum, kahvaltı çok güzeldi ama akşam yemeğinde aksilikler vardı ve bu aksilikleri kapatmayı başaramadılar.Mesela biz yemeğe çıkarken bile fasıl olduğu yazılıydı ancak sorduğumuz iptal edildiğini öğrendik.Ben mesela fasıl olmasını çok istemiştim.Bize tatlı menüsü sayılırken mutfakta bulunan tatlılar şunlar şunlar dendi ama hemen bizim arkamızdan bir başka garson yan masaya farklı tatlı alternatifleri sundu.İstediğimiz yemeğin içeriği menüde farklıydı tabakta farklı...Küçük küçük şeyler işte.Dediğim gibi belkide gerçekten mutfakda ciddi bir sorun vardı bilemiyorum ama böyleydi işte.Ama gerçekten sigara börekleri harikaydı :))

İkinci gün Tülomsaş'a uğramadan gelemedik.DEVRİM'i birde canlı canlı görelim dedik.Eskişehirde gezilebilecek heryeri gösteren levhalar olmasına rağmen Türkiyenin ilk otomobilinin sergilendiği Tülomsaş'ı gösteren tek bir levha bile yoktu.Bence yapsınlar.Çünkü Devrim bir sürü insanın çabasını, hayalini, mucizesini gösteren bir araba.Bence herkes görsün.

Sonra bindik trenimize döndük Ankaramıza :)

Geriye sahil,şelale park(Ankarada heryer şelale diye gitmedik vallahi:) ),hava müzesi bir de regülatörde piknik kaldı :) Artık bir daha ki sefere :))

Not:Giderseniz çibörek yemeyi unutmayın.

2 Aralık 2010 Perşembe

Geç Kalanlar

Geç kalanları göstermek istiyoruz…yolun başında olanlar gecikmesin diye…Çok fazla zamanımız yok.Hemen, şimdi, şu anda söylenmeli ve yaşanmalı…Ne söylenecekse… Ne yaşanacaksa… Seyircimize mesajımız basit aslında “hayat ’seni seviyorum’ demeyi erteleyecek kadar uzun değil… Hepsi bu…

Diye özetle anlatılmış devlet tiyatrosunun sayfasında.
Çok basitti konusu.Sen, ben ,biz, sıradan herkes gibiydi sahnedekiler ve yine senin, benim, birilerinin yaşadığı şeylerdi hep konuştukları.Bu yüzden bir yerden olmasa bir yerden yakalıyordu herkesi.Güldüğünüz, gülerken bile içinizden gelen hüznü hissettiğiniz bir oyundu.

"İnsan sahip olduklarının kıymetini ancak elinden kaçırdığı zaman anlıyor.Sevgiyi alışkanlığa çevirmemek lazım.Elinde olanın kıymetini bilmek lazım.Ne tuhaf çirkinliklere kötülüklere hiç alışılmıyor.Onlar insana hep çirkin hep kötü geliyor.İyi şeyler,güzel şeyler öyle değil.Onların varlığına alışıyorsun.Sonra farketmez oluyorsun.Varlığı farkedilmeyen güzellikte yokolup gidiyor."
demişti izlediğim dizideki kadın(ÖBGZ).

Güzelliklere alışmamamız , sevdiklerimize sevdiğimizi söylemek için geniş vakitler beklemememiz dileğiyle...... tavsiye ediyorum.

5 Kasım 2010 Cuma

Leyla'nın Evi

Okuduğum en güzel kitaplardan biriydi.
Leyla'ya bayıldım.Manolyaların kokusunu duydum gerçektende.Evinin talanına çok üzüldüm.
Necla'ya çok kızdım. Kocasına daha çok kızdım.
Ali yekta beyi sevdim ama üzüldüm.
Yusuf çok esaslı hayırlı çıktı sevdim :)
Roxy -Rukiye değişik biriydi ama ben yine de sevememezlik yapamadım.Sevdim :)
Cemile'de güldürdü beni.
Bu da geçer ya hu !! dedim sık sık.
Leyla'nın evinin Leyla'ya gitmesine ise çok duygulandım.
Dili çok sade anlatımı güzeldi.
Herkesi kafamda canlandırabildim ve tüm olayları sanki yaşıyormuş gibi içinde okudum.
Sevdim.En az Mutluk kadar......... belkide daha fazla.
Tavsiye ederim(Hala okumadıysanız elbette)

3 Kasım 2010 Çarşamba

Dolly


Telefonum klonlandı :(((

Ağlamak istiyorum sevgili seyirciler :(

Geçen hafta telefonuma yasal bir uyarı geldi.

XXXXXXX EMAI numaralı telefonunuz klonlandığı için bilmem ne gün kullanılamaz hale geçecektir diye.

Ben telefonumu bundan yaklaşık 5-6 yıl evvel her şehirde merkezi olan kocamaaaaan bir mağazan almıştım.

Öyle çok telefona hevesim olmadığından durup durup telefon değiştiren biri değilim.Bir önceki telefonumu musluğun üstündeki rafta titreşimde bırakınca sabah sabah da alarmı nedeniyle kendisi düşene kadar titreyince ben telefonsuz kalmıştım.Buna da o yüzden geçmiştim.Bana kalsa öyle sıradan bir telefon olurdu ama Kedi almışken iyi birşey al zaten yıllar boyu kullanırsın diyince de öyle resim falan çeken müzik dinlenebilen ,internete girilebilen ...5-6 yıl evvel eşek yüküyle para ödediğim bir telefon aldım.

Öyle durup durup resim çekmesem de internete habire girip çıkmasamda çok da sevdim kendisini.

Faturalı ,birinci el güvenilir yerden yani.

Şimdi 5-6 yıl sonra uyanığın biri kafadan verdiği bir numarayla(ki bu benim EMAI numaram oluyor) klonlayıverdi telefonumu.

Fatura en az 6 yıllık olduğu için ortalarda yok malesef.Dolayısıyla sorunu çözemiyoruz.

Araştırırken anladıkki internetteki sayfada telefonunuzun numarasının size kayıtlı olması birşey ifade etmiyor(muş).Yarın herhangi biri aynı numarayla kayıt olursa ikinizin telefonu da klonlanmış sayılıyor ve kapatılıyormuş.

Satın aldığımız yer 2 yıl saklıyormuş faturayı dolayısıyla oradan da elimiz boş döndük.

Uzun lafın kısası bizim EMAI miz kayıtlı falan demeyin orjinal faturanızı gözünüz gibi saklayın.


20 Ekim 2010 Çarşamba

Beyaz


Yazdım yazdım rahatladım.Kelimeler döküldükçe sayfaya, içim boşaldı sanki.

Sonra sildim.......

Geriye bomboş bir sayfa kaldı....Bir de içimde huzur..

Anladım ki, bazen "paylaş"a basmadan da yazmak lazım.Bazen kendi kendine paylaşıp atmak içinden.Hafiflemek....

Yazdım...sildim.....hafifledim....

resim :Devinart

24 Eylül 2010 Cuma

Meyve ye Meyve...


Her akşam rutin halinde tekrarlanıyor bu cümle.

Ama alışkanlık işte, ne yapayım olmuyor.Ne meyve yemeyi seviyorum, ne de aklıma gelip de hazırlıyorum.

Oldum olası kilo problemi olan bir yapım var.Normal insan boyutlarında 3 öğün yesem, alır başımı giderim.

Sanırım çocukluktan gelen bir şey bu.Çocukkende oldukça tombidikdim.Hatta o kadar ki, bağdaş kuramaz sırt üstü devrilirdim.Çocukken çok sevimli olan bu durum, büyüdükçe problem olmaya başladı tabii...

Uzun süre rejimlerle kilo vermeye çalıştım.Spordan hiç hazzetmeyen bünyem nedeniyle sadece rejimle giden kilolar, rejim sonrasında olanca hızıyla geri döndü yapıştı bana.

Ama zirveyi doğumdan sonra loğusalık döneminde yaşadım denilebilir.60 kilo olarak başladığım hamilelik dönemimi 76 kilo olarak bitirdim.Sonrasında diyorlar ya doğumda şu kadar kilo bebek şu kadar suyu vs...vs... bayaa kilo verdim diye...Ha ha ben loğusalık dönemimde 83 kiloyu bularak , bir insan için imkansızı başardım :)

Sırrımı açıklıyorum :) üzüm kompostosu,boza,tahin helvası.........

Ne kadarda kolaymış değilmi.Eyyyy yiyip yiyip kilo alamıyorum diye üzülen insanlar ,7 gün 24 saat bunları yiyin daha da kilo alamazsanız hepinize benden iskender kebap :))

Buralara nerden mi geldim.Dodiki tanırsınız bizim kız :)

Malum azcık ayva göbekli :)

O da benim gibi olmasın istiyorum ben.Bu aralar yeniden baleye devam ediyoruz.Sınıftaki en gürbüz çocukta bilin bakalım kim :)

Evet tamam boyu yaşıtlarından oldukça uzun(maşallah lütfen) fakat kiloda fazla...

Şimdi ben bunu anneme söylesem."Küçücük çocuğa diyet yapın bari" der.Beni vicdansız anne yapar.

Oysaki planım şu.

Abur cubur kesilecek yerine meyve,salatalık ve havuç başlanacak.

Evde yenilen yemeklerde pilav-makarna dışında(ki zaten az yaparım) sebze ağırlıklı yemekler pişecek(hem yemesinde mırın-kırın etmiyor hem de zaten bizde çok seviyoruz)

Aslında pişirme düzeninden çok Tabiat yedirirken kendini kontrol edecek.Burası önemli "Doydum" dendiğinde bırakılacak.(tabi bir kaşık aldıktan sonra doydum demesi hali dışında,az biraz da makul ölçülerde desin canım.)

Tabii bir de ananne faktörü var ki bu madde hakkında ne yapabileceğimi bende şu an bilemiyorum.Fikirlere ve önerilere açığım :)


Meyve yemek konusunda aslında kendimden çok babamıza güveniyorum.Herne kadar o da meyveyle çok haşır neşir olmasa da başlangıçtaki cümleyi her akşam kurarak bir tutarlılık örneği gösteriyor.(Lütfen bu cümleyi her akşam kurmaya devam et hayatım:) )


Eh başlayalım o zaman .

Haydi bismillah...



23 Eylül 2010 Perşembe

Bir Varmışım...Bir Yokmuşum...

Gelmesini sabırsızlıkla beklediğim tatilin üzerinden oldukça uzuuun bir zaman geçti.
Güzel bir tatildi.Bu sene Aydıncık da tüm aile hep beraber olmayı kafaya koymuş olsakda bunu başaramadık malesef.Halamızın tayini taaa Erzincanlardan İstanbul'a çıkınca onlarsız başladık ve bitirdik tatili.Ama tatil sonunda hoop diye Ankaraya gelmeleri ve sonunda Paok maçı bahanesiyle bizim ani İstanbula gitmemizle hasretimiz az da olsa dindi şükür :))
Maça gittik evet.Hemde cümbür cemaat.Doğa maç başlayana dek oldukça eğlendi.Ama bastıran uyku ve sürekli bağırmalar nedeniyle sonuna doğru pes etti.Gidelim artık nidaları ortalığı kasıp kavurunca uzatmaları beklemeden çıktık.İyide yapmışız ki beraberlik golünü görmedik.
Arada bir sürü kitap okudum.Hatta tatile giderken kendime bile itiraf edemediğim halde fazla olduğunu düşündüğüm 5kitabımı ve üstüne 2 tane daha...İsimlerini de yazmak isterdim ama şu an balık hafızam el vermiyor malesef.Ama en son okuduğum "Sil Baştan" beni gerçekten etkiledi diyebilirim.
Bu arada yan tarafta yazan "Küçük Arı"yı hala okuyamadığımı da belirtmeliyim sanırım. Bazı kitaplar olmayınca olmuyor.Israr etsemde okuyamıyorum...
Ne güzel haberler aldım bu arada bebişler oldu,.....bebişler büyüdü,......
Kötü şeylerde oldu elbet ...........
Yani kısacası hayat kendi halinde akmaya devam etti.

Hergün herkesi okudum nerdeyse.Hergün kendi bloğuma girip çıktım.Yazamadım.Aslında her seferinde yazmak isteyip geri çıktım.Sebebi belirsiz.Sanırım konsantrasyon problemi.Kış geliyor ya belki daha çok yazarım diye düşündüm sonra.
Facebook da takılıp!!! Arada "House" izleyerek günlerimi geçirmekteyim.

Ne kadar genel geçer oldu.Neyse başlangıç oldu.
Haydi hoşbuldum :)

15 Temmuz 2010 Perşembe

Çatlak

Allahım bir evi badana ettirmekten daha zoru içi dolu bir evi badana ettirmek olabilir doğrudur......
Ama sanırım en zoru duvarlarında binlerce çatlak olan içi dolu bir evi badana ettirmek olmalı.
Cuma sabahtan bu yana badana ,boya,astar,dolgu,zımpara,usta,temizlik,yemek,paspas koşturmacası ile geçen günlerimiz cumartesi sabahı tatile gidecek olmamızın verdiği heyecanla bambaşka bir renk!! kazandı.
Telaş azmış gibi şimdide valiz hazırlama, kolluk,gözlük,yağ,mayo,havlu.................koşturmacası araya girdi.
Tatil şu an her ne kadar yakın olsa da sanki binlerce ışık yılı ötede gibi görünüyor gözüme....
Bir başlasaydı..

6 Temmuz 2010 Salı

Evler.....ve Sahipleri.......


Uzun arayışlardan sonra buldum anahtarı çantamdan.Her zamanki gibi ilk bakıp göremediğim gözden çıktı.Söylene söylene açtım kapıyı.Biraz zorladı beni doğrusu.Uzun süre kapalı kalmak ona da yaramamıştı galiba.

Son kez çevirip itekleyince geriye doğru ardına dek açıldı gıcırdayarak,oysa hiç gıcırdamazdı eskiden ve hiç zorlamaz....

Kapıdan bakakaldım bir süre içeriye.Perdeler kapalıydı.Kalın, renkli çiçekli perdenin ardından içeriye sızan güneş sanki bugünden almış ,sepya çekilmiş bir fotoğrafın ortasına koymuştu beni.

Bazen filmlerde bir anda görüntünün rengi değişir ,aynı yer farklı zaman olur ya, birden işte öyle buldum kendimi ........Yıllar evvelinde.

Az önce içeriyi sarı ışıkla boyayan perdeler açık ,küçük balkon kapısı aralı dışarda oturan iki kişi.

Yanlarına geçtim yavaşca.Tren yolunun hemen arkasında kalan mezarlığa karşı oturmuş öylece sohbet ediyorlardı.Oysa o balkon bende hep tedirginlik yaratırdı..Oturduğun yerden bir mezarlığa bakmak ne kadar rahat olabilirdi ki. Oysa onlar için hayatın bir parçasıydı ,başka alternatifi yoktu...

Oysa onlar, yani bu eve ses verenler, bu eve anlam katanlar ve bugün burda olmayanlar diz dize vermiş hayatın içinden şeylerden konuşuyorlardı.

Dönüp girdim içeri.Kimbilir kaç kez kayarak indiğim hopalaya zıplaya çıktığım merdivenlere doğru yürüdüm.Basamaklardan korkarak indim.Onları incitmekten korktum ilk kez, o kadar yalnız görünüyorlardı ki.

Orada, girişin yanındaki odada hayal ettim onu.Başında takkesi elinde Kuran'ı ,pamuk sakalları ile öylece o köşede otururdu.Az duyan kulakları yüzünden hep çok açardı radyonun sesini.

İtekleyip açtım odanın kapısını.Duvarda bizden yani tüm hayatı boyunca sevdiklerinden gelmiş kartlar,bir kenarda boynu bükük radyosu, her yerde toz kokusu.......

Alt kapıyı açmak üsttekinden kolay oldu.Bahçeye çıkmaya çalıştım büyümüş,her yeri sarmış otların arasından.Onların yokluğu en fazla onlara yaramıştı galiba.Önceden olmadıkları her yeri mekan tutmuşlardı kendilerine,özgürce....

Taşlar dökülmüş,otlar büyümüş,kiler yıkılmak üzereydi.

Bir zamanlar gözü gibi baktıkları evleri şimdi sessizce.....öylece durmuş bekliyordu.......

Biraz evvel babannemi ve amcamı gördüğümü sandığım balkon yine bakıyordu tren yolunun ardındaki mezarlığa.Bu sefer o bakıyordu sahiplerine.Öylece durarak ve hiç bıkmadan...

Anladım ki sahipleriydi evleri ev yuva yapan.Nerde olursa olsun,nereyi görürse görsün sahipleriyle ilgiliydi aslında evle ilgili olan.Ve içlerinde sahipleri yokken evler anlamsızdı,boştu...bomboştu.


resim

29 Haziran 2010 Salı

Depresif

Biraz evvel yıllar önce çekilmiş 7 oskarlı bir film izledim.Üzüldüm.Ağlayamadım boğazımda yumrusu kaldı.
Şimdi yine yıllar evvel söylenmiş bir şarkı dinliyorum.
Garip bir halim var bugün.Yorgun ,bıkkın,sıkıntılı.
Git dediler gidemedim.Aslında gidecek bir yer bulamadım kendime yoksa gitsem ne güzel olurdu.......
Kızımı özledim.Resmine baktım baktım sevdim.Birazdan gelir onu ne kadar özlediğimi hiç bilemeden başlar koşturmaya.Ben de bakakalırım bir köşeden
Ne çok yazasım var bugünlerde benim ama bir o kadarda yazmayasım.
Aklımdakileri kendi kendime okuyup bir kenara kaldırasım var.
Sanki ne yazsam çok anlamsız.(Bunlarda öyle aslında)

Yazdım mı ama yazdım bastım mı yayınlaya......

16 Haziran 2010 Çarşamba

Baba kız

mırıl mırıl konuştular,sütünü ,yağını ununu artık ne gerekliyse başbaşa verip koydular,karıştırdılar,paylaştırdılar,pişirdiler
Bende yedim :))
Ellerine sağlık...

11 Haziran 2010 Cuma

Herkesin Keyfi Yerinde

İsmine ve afişindeki gülen yüzlere aldanıp komedi filmi zannederek izlemeye başladığım bir film Herkesin Keyfi Yerinde"
2009 yapımı bir filmmiş.Ancak Türkiyede 2010 başında gösterimdeymiş.
Filmin konusu kısaca:
Karısının ölümünden sonra Frank dört çocuğuyla artık karısının kurduğu iletişimi kaybetmiş ama yeniden kazanmaya da karar vermiştir.
Sağlığını da tehlikeye atıp ülkenin dört bir yerine dağılmış "başarılı" çocuklarını ziyaret etmeye karar verir.
Ama aslında herşey,çocukları hakkında bildikleri ne derece doğrudur.
Onların kusursuz bir hayatı olmasını isterken aslında onları çok mu zorlamıştır.
Bir baba için ,asıl başarı ,onlara kendi yapamadıklarını yaptırabilmek mi ,yoksa gerçekten bir ne yaparlarsa yapsınlar çocuklarının mutluluğu ile mutlu olmayı bilmekmidir.
Frank aslında "herkesin keyfi yerinde" cümlesini duymayı istediği içinmi duymuştur şimdiye dek?
Tekrar dürüst,korkusuz,açık bir ilişkileri olacakmıdır?

Herkesi keyfi yerinde izlediğim en güzel aile filmlerinden biriydi.Her ne kadar gülmeyi beklemiş olsam da sonunda ağlayarak kapattım filmi.

Tavsiye ederim.

31 Mayıs 2010 Pazartesi

"Shrek4- Sonsuza Dek Mutlu"

Yaşadığınız hayatın rutinleri arasında sıkılmışsanız ve
kimsenin sorumluluğunu üstünüzde hissetmediğiniz o özgür,rahat günlerinizi özlüyor,arıyor ve istiyorsanız

Shrek'i seyredin.
Ve görün aslında hayatın karmaşası arasında bazen uf dediğiniz anda bile aslında mutlu olmak gerektiğini.
Shrek-4 Sonsuza Dek Mutlu :)
İlk günü kuzuyla beraber izledik.İlk üç boyutlu filmimiz oldu bizim.
konusu:
Shrek eşi Fiona,3tatlı minik dev yavrusu eşek ve ailesi,kedi ve dostlarıyla her günü birbirinin aynısı olan mutlu huzurlu hayatına devam etmektedir.
Ancak onun için ters giden ve onu mutsuz eden bir şeyler vardır.
Artık kimse eskisi gibi ondan korkmamaktadır ve o eski yalnız günlerindeki gibi canının istediği herşeyi istediği zaman yapamamaktadır.
Artık kendisi bir dev gibi hissetmeyen Shrek Fiona ile bir kavga eder ve zamanın kötü büyücüsü Rumpelstilzchen ile bir anlaşma yapar.Anlaşmaya göre Shrek bir günlüğüne eskisi gibi herkesi korkutan özgür bir dev olacak bunun karşılığında da ömründen bir günü büyücüye verecektir.
Anlaşma süresi başlar ve Shrek kendini bir başka evrende hiç doğmamış olarak bulur.Bu evrende büyücü uzaklardaki ülkenin kralı olmuş,devler cadılar tarafından yakalanır olmuş ve Shrek hiç olmadığı için Fiona eşek ve kediyle hiç tanışmamıştır.
Acaba Shrek bir gün sürecek ömrü boyunca Fiona'yı kendisinin gerçek aşkı olduğuna inandırıp dostları ve ailesiyle beraber eski haytına dönebilecekmidir.
Film bence herne kadar çocuklar için(??) olsada bence büyüklere verdiği mesajlar içinde gerçekten seyredilmeye değerdi.
Bence en önemli 2 sahnesi
*Shrek'in eski mutlu günleriyle ilgili özlemle dolu konuşma yaparken eşşeğin "madem o kadar mutluydun neden kaybetmek için böyle bir anlaşma yaptın" diye sorduğu sahne
*Sonunda Fionaya dönüp "şimdiye dek hep ben seni kurtardım sanıyordum oysaki sen beni kurtarmışsın" dediği sahneydi.
Kısacası ben Shrek'i yine yeni yeniden çok sevdim :)

21 Mayıs 2010 Cuma

32

32yaşımı bitireli nerdeyse bir hafta olacak :)
Doğum günüm geçirdiğim en plansız gündü.Ama çok güzeldi.
Misafirlerimiz vardı.Ve doğumgünüm olduğundan haberleri bile yoktu.Duyunca Kedibeye çok kızdılar :) Ben pek sevmiyorum böyle haber vermeyi falan.Ne güzel geldiler bizimle oldular yetti valla.
Ama öğleden sonra haber verdikleri için 3 saatte tüm sofrayı yetiştirmek zorunda kaldım ki sanırım malum yarışmaya katılabilirim aynı menüyle :)

Pazar günü Dodik hanımın genel bale provası vardı.Haziranda sahne alacaklar :) Çıkışta annemlere gittik ki beyler maç seyretsin.Ve bir klasik yaşandı.Kedibey maçı seyretti ve Fen-er...bah-çe yenildi .Aslen bende aynı takımı tutmama rağmen Bur..sa -spo-run kazanmasına gerçektende çok sevindim.Yani bu ülkede 2-3 takımdan başka şampiyon olacak bir takım yokmu a her sene bu önyargıyla yola çıkılıyor.
Ama anlayamadığım tek şey Fe.bahçenin şampiyon olamaması nedeniyle sevinen diğer takım taraftarları oldu.Enteresan gerçekten .Bu derece fanatikliği saçma ve yersiz buluyorum.Sizinle alakası bile olmayan negatif bir olaya sevinmek çok ilginç geldi bana.Amaaan neyse işte.aslında madem sevinmek istiyorlar sevinsinler dimi.Madem kendileriyle ilgili sevinecek bir şey yok :P

Şaka şaka ...Kızmayın hemen fanatik günlerim eskide kaldı,jübile yaptım ben.

Flash forward izliyorum bu aralar 20. bölümü bitirdim ya dur bakalım ne olacak.Diziyi izliyorsanız bilirsiniz bir gün bir anda tüm dünyada 2 dakika 17saniye(idi sanırım) süren bir bilinç kaybı yaşanıyor ve tüm insanlar aynı anda o günden 6 ay sonrasını görüyorlar.Kimileri hiç birşey görmüyor ki bu o günden evvel ölecekleri anlamına geliyor.Şimdiki bölümlerde kaderin değişip değişmeyeceğini sorguluyorlar.Bazı şeyler (mesela olacaklarını bildikleri kazalar ya da cinayetler )ertelense bile evrenin bir şekilde bu olayları aynı sona bağlayacağını savunanlar ve tam tersini umud edenler arasında geçiyor şimdi olaylar.Aslında ben de biraz kaderciyim sanırım.Yani bir şey yaşanacaksa yaşanacaktır diye düşünmekteyim.Bakalım dizinin sonunda ne düşüneceğim :)

Bit Palası bitirdim nihayet.Hakikaten çok keyifli bir kitapdı.Şimdilerde sevgili Ebrunun tavsiyesiyle aldığım ve onun bir gecede bitirmesini şaşkınlıkla dinlediğim "Zaman Yolcusunun Karısı'nı" okuyorum.Aslında şimdi yazarken farkettimde kitapdada sürekli zamanlar arasında yolculuk eden bir adam var :)
Sanırım bu ara kısmetim hep bu yönde :)

Ne çok yazdım oysa ki uzun süre bakakalmıştım sayfaya.

Bir de havalar inanılmaz soğudu burda.Ben yavaştan hastalanıyorum sanırım.Başıma bir tülbenti sarıp kamikazeler gibi gezesim var.

Sevgiler

4 Mayıs 2010 Salı

Bu Hayat Senle Güzel


Malum ya bu hafta sonu anneler günü.
Televizyonda hep anneler günü reklamları,dükkanlarda hep anneler günü indirimleri.Hepimizde bir anneler günü telaşı.Yine bu sene birşeyler alacağız annelerimize &kayınvalidelerimize&babanne &anannelerimize ya da bugün hatırlanmayı hakeden bizim için önemli kişilere.Bu artık sanırım gerek televizyon,radyo gerekse toplumun zorlamasıyla bilinçaltımıza kazınmış bir zorunluluk olacak(elbette hediyelerin en güzellerini hakediyorlar o değil demek istediğim.Yani ne olur ihtiyacı olan ya da içimizden geldiği için aldığımız birşeyi herhangi bir günde versek olmaz mı yani illa Mayısın 2.haftasonumu olmalı bu hediyeleşme işi)


Eskiden beri önceleri kendi annemden ,sonraları M.annemden duyduğum ve gerçektende Doğa'ya kavuşana dek , doluluğunu idrak edemediğim " bizim için en güzel hediye sizsiniz" laflarının Doğa'dan sonra aslında hiç de içinin boş olmadığını anlamış bulunmaktayım.

Bugünlerde Doğa ile sık sık coşuyoruz şu reklam filmi sayesinde.Çılgınlar gibi dans edip reklamın sonuna doğru da yığılıp kalıyoruz kucak kucağa. Ve ben başı dönmüş,yorulmuş,coşmuş halde boynuma sarılıp "seni ne kadar çok seviyorum tahmin bile edemezsin" dediğinde gerçektende en güzel hediyeyi almış bulunuyorum.
Ve biliyorum ki, bu sözleri duymaktan başka büyük hediye yok dünyada.
Sonuç olarak bu senede hediye işi mutlaka halledilecek.Ama şu gerçek unutulmayacak.Gerçekten de annen için en güzel hediye sensin.

Not:Şimdiden tüm annelerin anneler günü kutlu olsun.Sevgilerimle

29 Nisan 2010 Perşembe

Abartmayın!

Bit Palas'ı okuyorum bu aralar(oldukça uzun bir aradır).Çok ilginç,genelde bu kadar beğendiğim bir kitabı daha kısa sürede bitirirdim, ama bu sefer öyle olmadı.Sonu gelmiyor kitabın ama bu durumdan rahatsızmıyım.....hayır,gayet keyifle ilerliyor.

Uzun süredir spora gidemiyorum.Sebebi yok aslında .Sanırım azcık serme isteği.Ama yine ilginç bir şekilde spor sonrası o ağrıyı ve yorgunluğu özlüyorum.Ayrıca sanırım spor yaptığım zaman sabahları daha dinç oluyorum.Yok yok geri döneyim ben bu spor işine.

Amaaaan herkes ne güzel sesi var diyor ama, ben kendisinden hiç hazzedemedim.Sanki böyle hem duruşu hem şarkı söyleyişi çok zorlama gibi geliyor bana.Ama şu şarkısını dinledim.Sevdim....evet çok sevdim.

İzmir'e nazar değdirdim diye düşündüm geçen günlerde.Övdüm övdüm, seri katil çıktı şehirden.(maşallah dediğim 3 gün yaşıyor gibi oldu :P ) Hemen aradım bizim kızı.Malum kendisi gezmeyi sever."Ne oluyorsunuz yahu sabahtan beri herkes beni arıyor potansiyel kurban adayımıyım ben" dedi gülüştük.Şaka bir yana insan gerçekten tedirgin oluyor.Neyseki yakalandı ve sadece "para için yaptım, iyiki yakalandım" dedi.Gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum.Gerçekten.Dersemde sanırım pek iyi şeyler olmayacak. İnsan hayatı ne değersiz ne kolay harcanabiliyor burda.

Zaten başka olayları da hatırlayıp da olayı "abartmayacağım" !!Merak etmeyin.

22 Nisan 2010 Perşembe

Maviş

Babamın hep eski eşyalarla arasında bir bağ olmuştur :)
Onlara kimlik verir.Anılarını unutmaz,dolayısıyla bir kalemde de silip atamaz.Annemle en çok tartıştıkları şeylerden biri de budur zaten.
Annem isterki yeni olsun, daha çok ihtiyaca yönelik olsun,ömrü bitenleri kaldırsın yerine yenilerini, duruma uygun olanları alsın.
Misal , oturma odasındaki televizyonluğu(benden yaşlı,bende 32 yaşındayım bu arada yani :) )annem artık atmak yerine "şöyle camlı,derli toplu,daha güzel birşey" isterken, babam "evlendiklerinde aldıkları" televizyonluklarına asla kıyamaz.
Ya da ,artık babamın sanayii yollarını gide gele aşındırdığı arabasını ,annem "satıp yerine daha ufak ,iki kişilik ,derli toplu birşey al" diye özetlerken babam "ilk arabasını" kıyıp da kimselere veremez.
Bu durumsa beni hep güldürür .....dü.
Taa ki geçen haftaya kadar.
Geçen hafta , Doğa doğmadan hemen evvel aldığımız yaklaşık 5 yıldır yağmur ,çamur,kar,güneş demeden, bizi her yere taşıyan "Maviş'i" satmaya karar verdik.
Önce bu fikir çok güzel geldi gözüme ,çünkü yerine düşündüğümüz araba oldukça çekici gözüktü gözüme.
Fakat işler kesinleşip te, bugün Maviş ile son yolculuğumuzu yapınca doğrusu içime bir sızı düştü.
Gülmeyin.... Gerçekten çok zormuş.
Birazcık Doğa'nın sayesinde tabii (maviş adını o vermişti arabamıza) bizde bayaa bayaa evden biri yapmışız Maviş'i.
Artık bizde hatıra resimleri çektirip koyduk bir kenara :))
Doğa'nın ikna olmasına ise Maviş'in yine, yeni bebeği olmuş bir aileye gitmesi sebep oldu.Yoksa ağlamaktan içi çıkmıştı kuzunun.
Şimdiler de ise hava yastıklı araba peşinde :)

Eee bende şunu öğrenmiş oldum , insan bazı eşyalara gerçekten bağlanabiliyormuş.Haklıymışsın babacım :)


14 Nisan 2010 Çarşamba

İzmir



Deniz
Balçova
Elsa
İnciraltı
Patlıcan
Sahilevler
Balık ;)
Altınoluk
Üçkuyular
Göztepe
Konak
Boyoz

Kordon
Biraver
Vapur
Deniz börülcesi
Karşıyaka

Eş, dost, arkadaş, akraba





İzmir çok güzel :)

31 Mart 2010 Çarşamba

İçimde Çok Neşeli Şarkılar Çalıyor Bu Sabah :)



Günaydıııın :)
Humpty dumpty ve benden kocaman merhaba size.
Uzun zamandır soğuk devam eden Ankara havası bu sabah itibariyle yüzünü gösteren güneşle sıcacık olmaya başladı bile :)
Artık bahar olduğundan mı böyleyim yoksa ben böyle olduğum için mi bahar bilemedim ama herkesin yazdığı gibi bir kıpır kıpır olma hissi var bugün benim içimdede. Bunda acaba İzmir'e gidiyor olmam da etkili olabilirmi diye düşünüyorum :)
EVEEEEEET :)
Uzun yıllardır plan yapıp gidemediğim bir şehre Kedibey sayesinde 2 hafta sonra gideceğiz.
Mutluyum mutlusun mutlu :)

18 Mart 2010 Perşembe

Asabi!

Bu sabah kahvaltı haberlerinde gördüğüm o öğrencilerin itildiği kakıldığı yerlerde sürüklendiği ve darp edildiği tüm görüntülerden utanıyorum ve gerçekten eshefle kınıyorum.(Çokda umrumuzdaydı diyenler olabilir bu da benim umrumda değil).
O öğrencilere hak veriyorum.Çünkü burdan şehre, eve, ya da herhangi bir yere, belli saatler dışında gitmenin ,hele sınavınız varsa, hele azcık rahatsızsanız ya da ulaşıma cebinizdeki paranın oldukça büyük bir kısmını veriyorsanız nasılda zor olduğunu biliyorum.
Umarım o polisler bu tür davranışları, eylem yapıp haklarını arayan üniversite öğrencilerine göstermeyi bildiği kadar, üstlerine molotof kokteyli fırlatan taş atan bazı insanlara da göstermeyi bilir diye tüm sinirlerimi bırakıp çıkıyorum.
Hadi hoşcakalın

15 Mart 2010 Pazartesi

Haftasonu

Haftasonu yine dinlenmeden uçtuuuu gitti.
Eski iş yerinde bir arkadaşım vardı pazartesi sabahları zor atardı kendini odaya.Derdiki "oh gözünü seveyim pazartesi azcık dinleneyim" :))
Aynen öyle oldum bende.
Şu gün,para toplama,işlerinden, hiç anlamam ,bana pek de mantıklı gelmez.Her ay sen belli miktarda para götür , sonra toplansın geri sana gelsin.Komik aslında.Değişen ne oluyorki???
Komik dedim ama benimde günüm var:))
Hehe :),evet hemde bebekliğimi bilen çok tatlı 9 hatunla :)
Annemin iş arkadaşları.İlk işe girdikleri yıllardan beri arkadaşlar.Emekli olmalarının üstünden bile 15 sene geçtiğine göre demekki oldukça eski arkadaşlar.Dertleri para değil.Her ay bir bahane ile görüşmek.
Bizde bu kışın bir kısmını annemlerde geçirince hadi dediler sende gel nasılsa burdasın.
Olur dedim bende.Şimdi her ay birindeyiz.Benim sıram geçti bile :) Gün parası ile perde yaptıran hatunlar grubuna girmek istedim ama gün param perdeye kısmet değilmiş :P
Neyse efendim ,haftasonum günüm vardı yani.Acayip keyifli oluyor aslında benim içinde.Bir kere hiiiiç dedikodu falan yok.Aksine herkes indirimlerden,gittikleri filmlerden ,yeni tariflerden,örgü modellerinden,politikadan falan konuşuyorlar.Aslında sayelerinde nerde ne varmış,o nasıl pişermiş,hmmm bu model güzelmiş annem bana da örsün gibi faydalı bilgiler ediniyorum.Doğa'da alıştı.Babasına her seferinde gün arkadaşlarından bahsediyor:)
Gün öncesi annemler gün sonrasıda kayınvalidemlere gidince Cumartesi hooop uçtu gitti
Pazar sabahı şişmiş bir boğazla yatakdan kalkamadım.Baba kız kahvaltı yapıp oyun oynarken bende öylece yattım kaldım.Sonra onlar yine baba-kız bale kursunun yolunu tutunca kalkıp dönünce yesinler diye bir şeyler hazırladım ve yine yattım.
Hmmm aslında şimdi yazarken farkettim ki dün ben bütün gün yatmışım.Peki o zaman neden hala yorgunum ??
İyi haftalar :)

9 Mart 2010 Salı

The Prestige(2006)

Angier ( HUGH JACKMAN )ve Borden ( CHRISTIAN BALE ) iki ortak sihirbazdır.Her ikisi de yeteneklidir ve birlikte çalışmaktadırlar.Ancak en önem verdikleri oyunlarından birinde Angier karısını kaybedince aralarında karşı koyulamaz bir rekabet ve nefret başlar.Her biri diğerini alt etmek ve en iyi olmak için çabalar bu yolda her şeyi mübah bilir..Oyun ve yarış o kadar büyür ki sonunda her ikiside artık akıllarının alamayacağı noktaya gelmişlerdir.

Film inanılmaz güzeldi.

Finale doğru tam da ,"anladım böyle olmuş" derken siz, bambaşka bir yerden, bambaşka bir şeyler çıkıyor ve film sizi her şekilde şaşırtmayı başarıyor.

Filmde anlatılana göre sihirbazlık numaraları üç kısımdan oluşuyor.Vaad,oyun ve prestij.

Film kendi finalini ,yani prestij sahnesini ,çok etkileyici bırakıyor.

İzlemediyseniz mutlaka izleyin derim.

Barselona( Las Ramblas& Akvaryum& Çikolata Müzesi)



"L’Aquàrium" Barselona Vell limaninda bulunan oldukça büyük bir akvaryum.Barselona'ya gittiğimiz ilk gece ,görüp aradan çıkarmak istemiştik.Ancak kapıdaki görevli ,kapanışa 1 saat kaldığını ve tamamını istediğimiz gibi gezemeyeceğimizi söyleyince, bir sonraki gün daha erken bir akşam saatine tekrar gezmeye karar verdik.
Oldukça büyük.Girişte büyük akvaryumlar, içerisinde çeşit çeşit balık,yengeç,ahtapot ve bilumum deniz hayvanı görebilirsiniz.Yukarda bir tanesi size şov yapıyor zaten :). Sonrasında 80 metre uzunluğundaki bir tüp tünele giriyorsunuz ve etrafınıza çeşit çeşit balıklar...Köpekbalıkları,vantuzlar,aybalığı,bildik bilmedik tanıdık tanımadıkbir sürü balık :)Ben ağzım açık bir sağa bir sola yalpalana yalpalana izledim durdum.En anlamadığım 2 koca yüzgeci olduğu halde onları hiç kıpırdatmadan sakin sakin yüzen ifadesiz aybalığı olduki ,korktum kendisinden hatta :)Akvaryum gezisi sonunda kocamaaaaan bir mağaza sizi bekliyor.Çocuklar için akla zarar bir yer.Çeşit çeşit deniz hayvanı oyuncağı,kitabı,puzzle'ı,yastığı ,kupası vs...vs....
Akvaryumdan çıkınca marina boyunca yol alıp isterseniz denize karşı oturabilirsiniz.Bu arada çikolatalı bisküvi yemenizi kesinlikle tavsiye edebilirim :)
Marinadan iç tarafa doğru Kolon heykelini geçip yürüyünce Barselona'nın en ünlü caddesi size merhaba diyor.Las Ramblas.

Las Ramblas üzerinde 3 tane metro istasyonu var.Biri sahil ucunda, diğeri tam cadde ortasında, sonuncusuda caddenin diğer ucunda.Dolayısıyla Las Ramblasa ulaşım metroyla inanılmaz kolay.Cadde, üzerinde alışveriş yapabileceğiniz dükkanlar,yemek ya da tapas yiyebileceğiniz restoran, tapas bar yada küçük büfeler,tiyatrolar ve canlı heykellerle dolu.

İspanyolla yemek yemeye bayılıyorlar.Kutsal öğle yemekleri ve gece saat 10 da başlayan akşam yemekleri buna en güzel örnek.Yemek yemek onlar için son derece özel.Özellikle akşam yemekleri için buluşup birlikte vakit geçiriyorlar.Bu nedenle dünya üzerinde kişi başına düşen en çok restorant sayısının İspanyada olduğu söyleniyor.

Barselona'da, deniz ürünleri seviyorsanız, aç kalmanız mümkün değil.Hiç olmadı gözünüzü kapatır paella yersiniz(ben yiyemedim ki o kadar da denizden ne çıksa yerim diyorum ama!) safranlı pilavın içine denizden ne çıksa koymuş pişirmişler.Ben oldukça sulu buldum, gözüme hoş gelmedi yemedim.Ama Paella Oviedo bölgesinde daha kuru yapılıyormuş ,belki ilerde, Oviedo'da deneme fırsatım olur(mesaj yerine ulaştımı acaba:P)

Yine Las Ramblas üzerinde La Boqueria adında bir pazar yeri var.Bu pazarda yok yok diyebilirmiyiz.EVET.

Çeşir çeşit çikolata ,bonibon standları,

rengarenk meyve standları,
denizden çıkan herşeyi bulabileceğiniz standlar ve

alışveriş yaparken çok yorulduysanız,tıkır tıkır alışveriş arabanızı sürüyerek, gidip oturup birşeyler yiyebileceğiniz, içebileceğiniz ,sohbet edebileceğiniz tapas barlar.

Yine bu bölgeden çok uzaklaşmadan gidilebilecek bir kaç müze daha var.Bunlardan biri Picasso müzesi.Ucu bucağı görünmeyen kuyruğu nedeniyle içeriye girmekten vazgeçtiğimiz ama aklımızın kaldığı.Bir diğeri çikolata müzesi.Aslında sıralamayı şöyle yapabiliriz.Las Ramblas Picasso müzesi ve en uçta çikolata müzesi.Çikolata müzesinin kokusu harikaydı bir kere.Girişte(eğer sadece bakıp çıkacaksanız) çeşit çeşit çikolataların tadına akabileceğiniz kocaman bir cafeside var.İçerisi ise çocuklar için ve çikolata sevenler için çıldırtıcı kesinlikle.Sustum resimler anlatsın :))




Ve son olarak Barselonadaysanız bir Flamenko göstrisi izlemelisiniz.Biz turun ayarladığı gösteriye gitmeyi özellikle istemedik.Çünkü inanılmaz fahiş bir fiyatı vardı.Las Ramblas'da yürürken elimize bir el ilanı tutuşturdular ve şans işte hep turistin yanındamı olur karrdeşim :))
Opera Flamenco!! ve muhteşem bir gösteriydi hemde bize söylenenin yarı fiyatına hemde profesyonel sanatçılardan.Yani bir seçenek olsun diye yazayım dedim :)Gösteri esnasında resim ya da videoya çekmek fırsatımız olmadı tabii ama allahtan internet sitesi diye bişey var :) TIK

Sanırım Barselona ilgili yazacaklarım bu kadar, bir tek Dali müzesi kaldı onu da sonra yazayım artık :)

Sevgiler



















Barselona(Gaudi)

Barselona deyince akla ilk gelen isim "ANTONİ GAUDİ".
İnanılmaz bir sanatçı....1852-1926 yılları arasında yaşamış.Modernizmin öncülerinden.
Gaudi Barselona doğumlu.Tam ve koyu bir Katalan.Eserlerini Barselona'nın her bir köşesinde,sokağında ,caddesinde görmek mümkün.

En büyük ve en ihtişamlı eseri tabii ki daha önce bahsettiğim "Sagrada Familia". Ömrünü verdiği fakat bir kaza sonucunda öldüğü için tamamlayamadığı katedral.


Bunun dışında Barselonada Gaudi'nin iki evi var bunlardan biri "La Pedrera" (taş ocağı) diye de adlandırılan "Casa Mila" yani "Mila evi".

Gaudi bu evi zamanın en ünlü dullarından biri ile evlenen Pere Mila için inşaa etmiş.Bu gün insanı masallar diyarındaymış hissi veren bu bina "Unesco'nun Dünya Mirasları" listesinde yer alıyormuş.
Yine masallardan fırlamış hissi yaratan bir başka evi ise Casa Batllo. Casa Batllo'nun yapımını zamanın oldukça zenginlerinden biri olan bir tekstil tüccarı istemiş.Bina yeni değil.Eski ve sıradan bir bina Gaudi sayesinde kremalarla süslenmiş müthiş bir doğum günü pastasına dönmüş bence :)


Guell ailesinin kendi ihtişam ve güçlerini göstermek için Gaudi'den yapmasını istediği bir parkta sıra."Park Guell".Biz park Guell'e giderken, uzun zamandır yokuşlarda Kedibey'in hayalini kurduğu bir şeyle karşılaştık.Yürüyen merdiven."Hehe bunu ben düşünmüştüm bak valla" dedi güldük :) Kendimize hatıra resmi bile çektik :)Dönüşte doğru istasyonda metrodan indiğimize oldukça çok dua ettik.Zira diğer istasyonda inse imişiz gülerek ve sağa sola bakarak çıktığımız bu yokuşun bin beterini tırmanmak zorunda kalacakmışız.Neymiş Allahın sevdiği kuluymuşuz ;)


Park Guell'in içinde hala Guell ailesine ait ancak kullanılmayan bir evde var.

Park Guell oldukça büyük bir alana sahip ve yine Gaudi'nin tasarladığı çok keyifli bir girişe sahip.




Sanki krema ile süslenmiş çatılarıyla yanyana duran iki bina park Guell'in ana girişi.Bu binaların biri kartlar magnetler ve hediyelik eşyalar bulabileceğiniz bir dükkan haline getirilmiş.Diğeri boş.Bu girişten girip dümdüz devam ettiğinizde Gaudinin o ünlü mozaik kertenkelesi sizi karşılıyor.Şansınız varsa, ortalık çok kalabalık değilse,kendisi müsaitse bir fotoğraf çektirmeniz mümkün bile olabilir :)

Merdivenleri tırmanıp tavanı yine mozaiklerle kaplı ,sutunlu bir kata çıkıyorsunuz.İçerisinin akustiği muhteşem olduğundan sanırım :) her bir köşesinde çeşit çeşit müzisyene rastlamak ve hoş dakikalar geçirmek mümkün.Ayrıca her biri kendilerine ait cd'lerini sattıkları için beğendiklerinizden alma şansınada sahipsiniz.(Burada birazdan HANG'tan bahsedeceğim bilen varmıydı ben Park Guell de keşfettim kendisini)

Parkda dolaşmaya devam ettiğinizde Gaudinin kendisi için yaptığı ve bir süre yaşadığı bugün müze olarak gezilebilen evini görebilirsiniz.Ben özellikle alt taraftan merdivenlere çıkılan ağaçlı girişine bayıldım.

Ve şimdide az önce akustiğinin güzelliğinden bahsettiğim alt katın üstüneyiz.Bu meydan her türlü organizasyon yapımı toplanmalar için tasarlanmış bir meydan.Meydanın etrafının tümü krema dolaştırılarak yapılmış havasında banklarla çevrili.Ayrıca bu banklar oldukça rahat.Oturup uzun uzun şehri ve veya denizi seyredebilirsiniz.
Bu meydanda çeşitli pandomim sanatçılarına da rastlayabilirsiniz.Misal aşağıdaki amca ve yine resimde arkada kalmış olan br flamenko sanatçısı vs...vs...

Gelelim HANG'a .Hang Bern dilinde "el" anlamına gelen bir kelime imiş.Tamamen çelikten yapılan ,ufo şeklinde, üzerinde çeşitli şekil ve büyüklüklerde oyukları olan bir enstrüman.Bu oyuklara el ve parmaklarvurularak çalınıyor.İlk defa 2000 yılında üretilmiş.Bizdeki cd'nin üzerinde vibraional relaxation music yazıyor ama hipnotizma müziği olarak da tanımlamışlar internette.Dinlemesi çok keyifli.Sakin sakin sakin bir dere kenarında oturmuş dinleniyorsun hissi yaratıyor insanda.
Bir tık daha :)

Not:Bu postta yer alan Casa Mila ve Casa Batllo resimleri dışında kalan tüm resim ve videolar benim tarafımdan çekilmiştir.
Casa Mila ve Casa Batllo da resim çekme fırsatım olmadığı için resimler internetten alıntıdır.Bilginize